Evimizin odaları, kullandığımız eşyalar, giydiğimiz kıyafetler, üniformalar gibi gündelik hayatta yaşantımızın bir parçası olan, hayatımızın bu gizli özneleri, kendi isimlerinden bağımsız olarak kullanımlarını her an sezdirirler. İşin özü zaten böyle de olmalı; salt amaçlarının dışındaki bu duruşları onları, hayatımızın “cansız” nesnesine çevirir. Böylece yalnızlığın uzlaşımsal ortaklığı ortaya çıkmış olur. Wong Kar-wai filmlerinde de bu cansız kullanımın canlılığını gölgeleyen unsurlar sıklıkla bize selam verir. Biz buna izleyici olarak “poetik” diyebiliriz çünkü bu nesnelerin dili yoktur ancak kendilerince kullandıkları söz sanatları vardır, bu da onların şiirsel olmaması için hiçbir sebep doğurmaz. Chungking Express (1994), yönetmenin diğer filmlerine oranla doğrudan “cansız” olanla iletişim kuran filmlerden biridir. Yönetmen bunu hiçbir unsuru gizlemeden yapar. Onun bu çıplaklığı ise duyusal olarak izleyicinin gözlerine olası bir perde indirir. Bu tutum, şiirsel olanın armağanıdır.

Zaman ve Ses Tek Bir İmgeye Dönüşür
Japon yazar Haruki Murakami, özellikle 1Q84 adlı romanında müzik kullanımlarıyla dikkat çeker. Müziğin edebi olanla birleşmesi yenilikçi bir alan açarken aynı zamanda olayların görsel olarak daha iyi bir tabana oturmasını da sağlar. Wong Kar-wai ise özellikle Chungking Express filminde sürekli kullandığı California Dreamin’ adlı şarkı ile bu anlamda dikkat çeker. Film boyunca bu şarkıyı hemen her sahnede defalarca kez duymamıza rağmen filmdeki zaman, sesin tek vücutta bir imgeye dönüşmesine izin verir. Murakami’nin edebiyat alanında bir nevi öncülerinden biri olduğu bu müzik kullanımı her ne kadar sinema tarihinin birçok alanına işlemiş bir kullanım olsa da, eğer Wong Kar-wai’yi bir şair / yazar olarak tanımlayacaksak bu da onun imgeyi kullanma biçimidir diyebiliriz.

Öte yandan filmde aktarılmak istenen duygular yarı açıklık, yarı kapalılık içinde olduğundan tıpkı edebiyattaki kullanım amacı gibi Chungking Express’de de böyle bir kullanım gerekliydi. Böylece şiirin kafiyeleri çok daha rahat bir şekilde yerine oturmuş oluyordu. Bu şekilde sesin / müziğin birbirinden ayrılmaz öğeleri, filmdeki mekanlar ve insanlar arasında kalıcı bir bağ oluşturur. Ne zaman kendimizi bir çıkmaz sokakta bulsak filmin başından beri kurulan bu imgenin çatısı daima başımızın üzerinde bizi korumaya devam eder.

Sokaklar Herkesin Ortak Kullandığı Özel Bir Odadır
Herkes evinde ya da dışarıda bir yerlerde kendisi için belirlediği belli özel odalara girme ihtiyacı duyar. Bunun nedeni hem hayatın içinde belli molalara ihtiyacımız olmasından, hem de bazen gizlenme ihtiyacı duymamızdandır. Chungking Express’de bu bahsi geçen özel odanın kendisi sokaklar, pazarlardır. Yani, normalde oda olarak kabul etmeyeceğimiz her yerdir. Film bu anlamda insanın yalnız yapısına dair yine vurucu bir darbe indiriyor çünkü sokaklar kalabalık olmaya devam etse de tekillik hiçbir zaman çoğul olanla (bir türlü) buluşamıyor. Filmdeki Faye (Faye Wong) karakterinin 663 Numaralı’nın (Tony Chiu-Wai Leung’un canlandırdığı, teşkilata 663 numara ile kayıtlı polis memuru) evine gizlice girdiği sahneleri, bu “oda ve yalnızlık” meselesine çok rahat uyarlayabiliriz.

Faye için 663 Numaralı’nın evinin her parçası onun hiç uyanmak istemediği odaları-odacıkları temsil ediyor ve oradan ne zaman çıksa gerçeklik ile buluşuyor. Hatta bu gerçeklik bir anlamda 663 Numaralı’nın kendisi. Evin bir nevi her ikisi için de farklı amaçlarla kullanım tiplerinin oluşması yalnızlığın gizli öznelerinin çoğulluk ile buluştuğu, nefes aldığı yerlere işaret ediyor. Bu her iki karakter arasında başlangıçtan beri tattığımız limonumsu tarzda ekşilik, uyuşmazlık, hikâyenin ihtiyaçtan değil de karakterlerin hayal kırıklığının öfkeli biçimde patlak vermesindendir. Faye ve 663 Numaralı’nın uzlaşısındaki birbirlerine karşı olan ıraklık biçimi her ne kadar umutsuzluk doğuruyor gibi gözükse de henüz söylenmemiş, gerçekleştirilmemiş çok yeni uyuşmazlıkların da meyvelerini doğuruyor. Bu perspektif ile filmin sonunun da yeni imgeler üreten bir güce kuvvet verdiği açıktır. Öte yandan kalıcı umutsuzluk hali, hiçbir zaman yeri umutla doldurulabilen bir araç değildir.

California Gerçekten Bir Rüya mı?
Chungking Express birbirine teğet geçen iki farklı hikâyenin, birbiriyle çarpışmasının kırıntılarını sunar. Elinde olsa bu kırıntılardan başka kırıntılar da doğurarak hayatın tesadüflerini, ümit etmenin en salt ve en saf halini sunmaktan da vazgeçmez. Hepimiz için bir nevi “cennet” diye adlandırdığımız ancak hiç gitmediğimiz, hiç görmediğimiz, tatmadığımız, deneyimlemediğimiz yerler vardır. Bu filmde bunun öznesi direkt olarak California’ya atılmış. Bu da bir rüyanın kapılarını tırmalıyor ancak Wong Kar-wai için karakterler her zaman bir cümledeki yüklem yapısında olduğundan, cümlelerin devrik kuruluşu şüphe götürmez. Fransız yazar Georges Perec, “La Disparition” (Kayboluş) adlı eserinde “e” harfini kullanmamakla lipogram zeminini hazırlamış, alfabedeki belirli bir harfi kasıtlı olarak kullanmamıştır. Böylece eser boyunca o harf üzerine diğer tüm cümle yapılarını yükleyerek sürekli o harfin peşinden ister istemez koşmuşuzdur. Chungking Express’de de karakterlerin vaziyetleri tam olarak böyle bir köşe kapmaca içinde yer alır. Wong Kar-wai sinema dilindeki lipogramını bu şekilde oluşturmuştur diyebiliriz.

Özellikle anlatının ilk kısmında yer alan 223 Numaralı (Takeshi Kaneshiro) ile varlığını hiç görmediğimiz May arasında böyle bir ilişki vardır. Chungking Express’de ilk lipogramın May karakteri ile ortaya çıktığını savunabiliriz. Adı olsa da hiçbir zaman bedene bürünmüş hali bizimle değildir. Sarı Peruklu Kadın’ın (Brigitte Lin) da gerçek yüzünü, uyusa dahi hiçbir zaman göremememiz biraz da buna işaret eder. Chungking Express’de bir şeyler ya çok eksik ya da boşluklar kasıtlı olarak bulunmamak için izleyiciye gülümsüyor. Wong Kar-wai’nin bu lipogram benzeri kullanımı insanın ihtiyaçlarının en önemli müjdecisi olan arzunun, umudun köklerini oluşturuyor. Bu unsurlar insanca bir yaşamda bulunması şart olan gerekliliğin destekleyicileridir. Buradaki “gereklilik” kavramını İngiliz yazar Christopher Caudwell’in meşhur sözü çerçevesinde ele almak da pekâlâ mümkün: “Özgürlük, gerekliliğin tanınmasıdır”.

Rüya Mekanlar Gerçekten Var mıdır?
Buna en iyi cevabı “rüya mekanlar yaratılır” şeklinde verebiliriz. 663 Numaralı’nın en sonunda kendini huzurlu hissettiği, tüm gerçekliklerle karşılaştığı aynı mekâna dönerek onu sahiplenmesi; Faye’nin ise gerçek sandığı California rüyasının içinin boş çıkması bunun en iyi göstergelerindendir. Keza gerçek olmayan bir uçak biletinin bir insan hayatındaki geçerliliğinin de olasılığı, çözümün “ne” ile ilgili olduğuna değil de “nasıl”ı ne şekilde tanımladığımıza gönderme yapar niteliktedir. Öte yandan hem 663 Numaralı’nın hem de Faye’in uzun süredir etraflarını kuşatan büfe, bir anlamda sadece yeni bir özgürlük ihtiyacıyla dışarı çıkmak isteyene kendini açtı. Bir nevi büfenin kepenkleri kabardı, bağırdı: “Burayı her zaman evin en büyülü odası gibi sizin için korudum.”

Ancak cevap gecikmedi, özneler büfenin bu görünmez koruyuculuğunu takdir ediyordu. Bu bir gerçekti. Zaman, değişimi de beraberinde getirmişti. Dün artık dünün bir parçasıydı ve bugünü oluşturmaktan uzaktaydı. Dün olan eğer dünde olması gerektiği gibi kalmış olsaydı (pişmanlık olmadan söyleyebildiklerini söyleyebilseydi) belki bugünün parçası, dünün asıl kendisi olabilirdi. Böylece ananas konservelerini ya da rastlantıları kovalamak zorunda kalmazdık. Bu yapı üstünde büfe üzgündü: İyi bir şeyin gelmediği açıkça ortadaydı.

Burcu Meltem Tohum‘un yine Chungking Express hakkında, ancak farklı noktalara değinerek kaleme aldığı kısa değerlendirme yazısı burada (Aralık 2020 Seçkisi).