A RIVER RUNS, TURNS, ERASES, REPLACES: Zamanın Hatırlatıcı Formları (Cinéma du Réel – 1)

Bu yıl 43.’sü düzenlenen Cinéma du Réel Festivali’nde favorilerimizden biri olan A River Runs, Turns, Erases, Replaces, (Nehir Akar, Kıvrılır, Siler, Yerine Koyar) tam anlamıyla zamana karşı koyamamanın hikayesini gözler önüne seriyor. Bu karşı koyamama durumu coğrafi olarak şehrin ortasında kendi doğasının yapısını zamanla öyle güçlendiriyor ki adeta bir daha yerinden oynamayacak olan bir kasını bize gösteriyor. Belgesel film yapımcısı olan Shengze Zhu’nun filmografisine baktığımızda bu yapımı haricinde üç belgeselini daha izleyebilmek mümkün. Yönetmen, yapımlarında her ne kadar öznel deneyimlerle ilintili göstergeleri / imgeleri sunmuş olsa da tipik bir belgesel iskeletinden çok daha fazlasını sunuyor. Günümüz dünyasında hepimizi uzaktan ya da yakından etkileyen gündelik faaliyetler içindeki çelişkilerin tabanında yatan duygu yoğunluklarının akışını A River Runs, Turns, Erases, Replaces (2021) adlı yapımda bulmak mümkün.

Figüratif İmgelerin Süreksizliği

Film boyunca zamanın hem doğa hem de insan üzerinde yarattığı değişimleri kısa süre içerisinde, sanki uzun bir döneme tanıklık etmiş gibi izleriz. Bu değişimler her ne kadar yönetmenin sunmuş olduğu imgelerin süreksizliğine işaret etmiş olsa da, bu süreksizlik zamanla taşınması güç olan bir yük olmaktansa tamamen bütünleşebildiğiniz bir otoportre haline geliyor. Shengze Zhu’nun dikkatimizi en fazla çeken yanı ise gösterdiklerini her ne kadar (henüz) deneyimlememiş olsak da olayların taşıyıcı kimliklerini bize en açık şekilde sunması oldu. Bu şekilde imgeler arasında gözlerimizle dolaşırken olayların kendi kimliklerine dikkat kesilmeden, bizzat olayları yaşayan taraf olduk.

Belgesel türünün her zaman alt tabanında didaktik unsurların olması izleyici üzerinde büyük bir yük bırakabilir ancak A River Runs, Turns, Erases, Replaces’ın kesinlikle bu türden bir ağırlığı olduğunu söyleyemeyiz. Yapımın aktardığı ve sunduğu olayların toplamı bir nevi birbirlerini tanımayan insanlar arasında kabul görmüş bir mücadelenin duyarlılığını yansıtırken, bizi de görsel deneyim sürecinin aktörleri haline getiriyor. Yönetmen bunu yaparken belgeselin en başından itibaren izleyiciyi asla dışlamıyor. Daha ilk dakikada kendimizi Wuhan’ın sokaklarında sanki bir sokak kamerasıymış gibi buluyoruz. Olan biten gündelik yaşantıyı hiçbir anlamlandırma olmadan, tamamen nesnel bir şekilde takip ederiz. Covid-19 ile ilgili duyurunun insanlara yapıldığı o an’a biz de sokaktaki tüm insanlarla beraber tanık oluruz. Bu da bugün hâlâ içinde bulunduğumuz durumun tanıklığına bir kez daha farklı (olayın direkt içinden biri olmayarak) tanık oluşumuzu katlandırıyor. Anlam içinde anlam arayışımızı, hiç hareket etmeyen sabit bir kamera ile tamamen donmuş bir şekilde izleriz. Geçtiğimiz seneyi hatırlayacak olursak aslında hepimiz tam da bu şekilde donmuş vaziyette olayların gelişine tanıklığımızı gerçekleştirmiştik. Bu anlamda yönetmenin “gerçeklik” aynası-yansıtması olarak sabit kamera kullanımı olayların gerginliğini doğal yollardan arttırmak yerine içsel bir deneyimi iki ile çarpıyor.

Shengze Zhu’nun bu ilk sahnelerden kullanmış olduğu sabit kamera tekniği, izleyicide tam anlamıyla bir sokak kamerası hissi uyandırdığı an bu nesnel tepkime de otomatik olarak doğuyor. Yapım, bu giriş sahnesinden sonra kamerasını başka imgelere, hayatın içinden olan ancak karşı koymamızın pek mümkün olmadığı doğal bir gelişim sürecinin içine götürür. Yönetmenin ilk anlatı unsurlarında bizi yaşayan değil ancak şehrin bir parçası, binası, sokak lambası, ışıklandırması konumuna koyduğu anda insanın bu şehrin duvarlarından seken hüzünlü yapısını daha rahat bir şekilde anlama kavuşturabiliyoruz. Bu belgeselde ne kadar olayların dışında olursak anlam o kadar kendini var ediyor. Bu açıdan da deneyimin bizzat kendisi olmamızın nafileliği üzerinden, dışarıdan bir izleyici olarak deneyimin gözlemcisi olmanın tatlı tarafını da görüyoruz. Öte yandan deneyim içinde olmak insan için her zaman öznel sorular ve cevaplar doğururken, Shengze Zhu’nun yöntemiyle olayların dışarıdan bir gözlemcisi olmak, daha toplumsal soru ve cevapları akla getiriyor. Bu da belgeselde kullanılan imgelerin süreksizliğini, diğer bir deyişle özgürlüğünü, ancak bir o kadar da gerçekliğe olan bağlılığını yansıtır.

Zamanın Köleleri

A River Runs, Turns, Erases, Replaces izleyiciye zamanın, onun yarattığı koşulların insanı ne kadar kendisinin kölesi haline getirdiğini belli doğa olaylarını kullanarak hatırlatıyor. Daha ilk sahnede sessiz bir sokağın tüm dikkatini çeken duyuruyla sesin varlığının kendisi ile tanışıklığımızı yaptıktan sonra kulaklarımızı hemen bir inşaat mekanındaki makinelerin gürültüsüne kaptırıyoruz. En başta mekanik olanın sesi, diğer sahnede bir başka mekanik olanın sesiyle buluşuyor. İnsani duyguların alımını sadece gördüklerimizle gerçek kılarken mekanik seslerin soyut yansıması somut olanın gerçekliğini ikiye bölüyor. Bunun yanı sıra yapımda kullanılan “yarık” ve “yarığın içinde süzülen gölgeler” (bu bir insan ya da kuşlar topluluğu olabilir), ters perspektiften bize başlangıçtan beri tanık olduğumuz durumlara karşı nasıl bir bakış açısı sergilediğimizin hatırlatıcısı niteliğinde. Bu “yarık” kullanımı ise ikiye ayrılınca, birinde gölgelerin boşluğunu, diğerinde ise gölgelerin varlığının bu boşluğa olan doğasal yaptırımını hissediyoruz.

Gecenin karanlığından faydalanan bir şehrin ışığı geceleri her zaman gözümüze daha hoş gelir. Bu bir illüzyondur. Shengze Zhu bu türden bir illüzyon imgesini kullanarak gündelik hayatta da maruz kaldığımız yanılsamaları hatırlatıyor. Şehrin kıyısında, tam da şehrin nefes aldığını düşündüğümüz yerde binaların üzerine yansıyan ışıklandırmalarla neredeyse bir arınma gerçekleştirdiğimiz doğru. Nehir, su, akışkanlık tam da zamanın, olayların geçiciliğini, ama geçiciliğin de kendi içerisinde bir hatırlatıcı unsuru olduğunu kanıtlar nitelikte.

Wuhan bölgesinde yaşanmış olan sel üzerine yoğunlaşan A River Runs, Turns, Erases, Replaces, anlatım öznesini bu olaydan almış gibi gözükse de aslında tıpkı bu tür doğa olayları veya doğal afetler gibi insanların da gündelik hayattaki gelip geçiciliklerini basit bir dille anlatır, yoğunlaştığı olayın benzer aktarıcılarını da işin içine katar. Bunun en güzel örneği ise insanların bir vapur aracılığıyla bir kıyıdan diğer kıyıya her gün gelip gitmesidir. Bizi olayın kendisine tam da bu anlarda hazırlayan yönetmen, nehrin hem altında, hem üstünde, hem de her yerinde olduğumuza dikkat çekiyor. Bu da aklımıza nehrin hem içinde hem de dışında olduğumuz düşüncesini getiriyor, tıpkı hem hayatın içinde olup hem de olamamak gibi.

Geçici Olanların Kalıcı Rüyaları

Cinéma du Réel‘in yanısıra bu yıl 71. Berlin Film Festivali’nin “Forum” kategorisinde de gösterilen A River Runs, Turns, Erases, Replaces için, nehrin taşmasına yapılan objektif bir güzelleme de diyebiliriz. Ancak unutmamak lazım ki bu güzellemenin altında akıp giden umutlar, hayal kırıklıkları, bekleyişler, en değerlisi de kalıcı rüyaların kırıntıları var. Zamanın gelip geçiciliği için çok doğrudan ve anlaşılır bir metafor kullanımı olan nehrin taşması, selin oluşması ve sonra bu durumun kendini düzeltmesi ve tekrar en baştaki haline geri dönmesi; tam anlamıyla saate bakıp kendimize bir kez daha zamanın tam olarak neresinde durduğumuzu hatırlatmamızı sağlayan çok güçlü bir mecaz aynı zamanda.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın