Polonyalı yönetmen Walerian Borowczyk’in en maskeli kurmaca hikayelerini estetik ve sanatsal bir pornografi bütününe dönüştürerek sunduğu 1973 tarihli Immoral Tales (Contes immoraux), eşsiz ve bir o kadar da özgün imgelerle dolup taşıyor. Filmde aktarılan her bir öyküde libertizmin dört bir yana uzanan kollarıyla karşılaşmanız mümkün. Borowczyk, Immoral Tales’de (Ahlakdışı Öyküler) toplam dört öyküye yer veriyor. Bunların ilki olan, başrollerinde Fabrice Luchini ile Lise Danvers’in yer aldığı La Marée’de (Metcezir / Gelgit) izleyiciyi Normandiya sahiline sürüklüyor yönetmen ve gençliğin verdiği saf dışavurumların tüm düşsel sıcaklığını, bir tabloya fırçasını süren ressam edasıyla denizin estirdiği soğuk rüzgarla eşitlemeye çalışıyor. İkinci öykü ise filozof Thérèse’e dayanıyor. 18. yüzyıl erotik edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan ve Jean-Baptiste de Boyer ile Marquis d’Argens tarafından yazılmış olan Thérèse Philosophe (Filozof Thérèse) adlı esere doğrudan bir gönderme yapar. Başroldeki oyuncu, Charlotte Alexandra.

Felsefenin temel ilkelerine farklı bir bakış açısı sunan bu eser Walerian Borowczyk’in avucunun içinde özgün imgeler oluşturuyor. Filmdeki en can alıcı öykü dünya edebiyatı ve sinemasında oldukça güçlü ve önemli bir figüre dönüşen Elizabeth Báthory ile ilgili. Báthory rolünü ünlü ressam Pablo Picasso’nun kızı Paloma Picasso’nun canlandırmış olması da bu sansasyonel karakterin hanesine artı olarak işliyor. Báthory’nin yardımcısı Istvan rolünü canlandıran Pascale Christophe (1957-1985) ise, 28 yaşında hayatına son veren çok değerli bir aktris. 2005 yılında “Polonyalı Çıplak Kadınlara Bakarken Ne Düşünüyorum?” adlı kitabında Pascale’den bahsederken Borowczyk, 20 yıl sonrasında bile onun ölümünü bir türlü kabullenemediğini yazmıştır. Borowczyk, Báthory kullanımı ile birlikte tüm öykülerindeki ana anlatımı biraz daha yakın markaja alarak figürü asıl halinden görünmez hale sokmayı başararak anlatımını daha da derinleştiriyor. Filmdeki son öykü ise, Papa VI. Alexander ile metresi Vannozza dei Cattanei‘nin kızı olan Lucrèce Borgia (canlandıran Florence Bellamy) ile ilgili. Hayatı entrikalarla dolu olduğu düşünülen bu karakter, hiper-gerçeklik halleriyle yanıltıcı, fantezi türünde mükemmel bir maske sunuyor.

Öykülerin Hafızası
Şiirsel, erotik ve aynı zamanda yıkıcı bir anlatılar serüveni olan Immoral Tales, bağımsızlığın her zaman özgürlük getirmediğini kanıtlayan en önemli verilerden biri. Filmin her öyküsünde özgürlüğe karşı soğuk bir duruş var. Sanılanın aksine film tam anlamıyla özgürlük ile bütünleşen ve onu savunan değil, aksine bağımsızlık ilkelerinin altında ezilmiş olan özgürlüğü o ezilmiş halden kurtarmaya çalışan bir film. Bu anlamda erotizme dair kullanılan her bir imge Borowczyk’in kendince özgürlük arayışı içinde olduğu bir haykırma biçimi. Immoral Tales her ne kadar erotizme dair çığır açabilecek göndermelere ve görsel bir şölene sahip olsa da, özgürlüğünü bağımsızlığı ile buluşturamayan birkaç filmden biri. Filmdeki her bir kare, insanın bir mekânın içinde sıkışmışlığına çok iyi referanslar içeriyor. Bu mekân sadece fiziksel, betondan duvarları olan bir mekân değil.

Borowczyk filmde mekân olarak doğrudan bedenin kendisine göndermede bulunuyor. Bir evin ya da bir binanın veyahut bir kurumun içine sıkışmış olup, bağımsızlığını kazanmış bireyler olarak aslında bedenlerimizin içindeki asıl sıkışmışlığa açık ara bir güzelleme yapıyor. Bahsi geçen “sıkışmışlık” hissinin filmdeki hemen ilk öyküde, direkt metafor olarak değil fiziksel olarak da hayat bulmuş halini görebiliriz. Sadece küçücük bir kısmını gördüğümüz sahilde 15-16 yaşlarında olan ikilinin bedenlerinden taşan mekânın sıkışmışlık hali sadece bize verilen alan kadar özgürlüğümüzün olduğunun, bağımsızlığımızın ise sadece saydam bir fikir olarak kaldığının önemli birer yansıması.

Immoral Tales her ne kadar öykülerinin dışavurumunu cinsel göndermelerle donatmış olsa da çerçevesinin içindeki anlatım her zaman insanın birey olarak yalnızlığına, zihinsel bağlamda boş kalmış anlarına, çözümü bekleyen ancak şifrelenmiş olan kodlarına yönelik önemli ayrıntılar barındırıyor. Yönetmen filmdeki hemen her öyküyü belli bir figür ve karaktere dayandırmış olmasıyla da izleyiciyi sıfırdan bir tanıştırma alanına sokmuyor. Öyküler özünü verdikten sonra kendi içinde durumları / olayları uzatmadan bittiğinden izleyici olarak bizim de yeni karakter tiplemeleriyle tanışmak için yeterince zamanımız olmuyor. Bu anlamda karşımıza çıkan karakterlerin tarihte, sinema dünyasında ya da edebiyat tarihinde daha önce gördüklerimiz olması ve bizim onlarla burada tekrar karşılaşmamız ortamda duygusal bir mutabakata da izin veriyor.

Bedenlerin Sirki
Bireysel kimlikleri birer birer bulanıklaştırırken onların çeşitliliğine de önem veren Borowczyk, bu şekilde bize salt olarak bedenlerden oluşan bir sirkin kapısını ardına dek açıyor. Öyle ki bu en derin, saklı, bastırılmış, insanın yaratımının bir quarteti halindeki sirke özellikle davet edilmenize gerek kalmıyor. Öyle ki öykülerin arasında en saf kalmış olarak nitelendirebileceğimiz ilk öyküde kullanılan küçük ortamın değeri ancak deniz dalgalarının kaya çarpışında gerçekleşiyor. Basit bir gönderme sayılabilecek olan bu çarpışmalar hızlarına yetişilemeyecek kadar cüretkâr ve gösterişli. Kameranın izin verdiği ölçüde özgürlüklerini tadan karakterler bir örümcek edasıyla bağımsızlıklarının ağlarını örmeye çalışıyorlar. Onların ortasına atılan yemleri yemekten başka hiçbir çareleri yok. Bu da onları bir noktada sahile vurmuş mahkûmlar haline getiriyor. Denize açılmakta tamamen özgürler ancak ne kadar ilerleseler de, kararları ne olursa olsun hep aynı denizin açıklarında kendilerini buluyorlar.

Immoral Tales’i beden sirkine çeviren en önemli öykü Elizabeth Báthory ile ilgili olan kısım. Burada izleyici olarak rahatlıkla insan bedenlerinin tüm açıklığına dair özel olarak öne çıkarılmış parçalar bulabilirsiniz. Bu da sizi doğrudan halüsinasyon görselliğine sürüklüyor. Öyle ki Elizabeth Báthory’nin kendi ana hikayesini yan hikâye olarak bulabiliyorsunuz. Walerian Borowczyk, kurban edilen duyguları, gizemli kalmış dürtüleri, sanki bir uzaylının dünyasından insanların dünyasına mesaj gönderir gibi harmanlıyor.

Filmde cinsellik ile doğrudan bağlantılı nesneler, yiyecekler çeşitli ritüeller aracılığıyla kendilerini açığa çıkarıyor. Bu nesneler ya da yiyecekler sadece kullanımlarına has bir nesne olmaktan çıkıyor, aynı zamanda özgür olamamanın en önemli anahtarları haline geliyor. Filmin ilk öyküsünde açık alan seçilmiş olmasına rağmen Borowczyk hiçbir zaman kapalı alanlarda yarattığı quasi-özgürlükle kısıtlanmış mekanlardaki hürriyet konumları arasında bir eşitsizlik yapmamış. Hepsine aynı oranda, “eşit özgürlüksüz” alanlar tanımış. Yönetmene göre özgür olamamanın negatif yanı değil mizahi olan yanı ortaya çıkmalıydı. Bu yüzden öykülerinin alt tabanında tamamen özgürlüksüz bir ortam yatarken mizahi olarak onlardan beslenmeyi asla bırakmamış.

Kozmik Aktarım
Immoral Tales, ütopik bir özgürlük mabedi çizmeye çalışırken kendisiyle sık sık aşık atan bir yapım. Anatole Dauman, yönetmen Walerian Borowczyk’ten böyle bir film sipariş ederken aklında tam da bu anlamda, özgürlüğü yıkan ama özgürlük arayışında olan bir tablo canlanmış. Dauman bugün dünya sinemasında önemli bir yere sahip olan Hiroshima mon amour (1959), Paris, Texas (1984), Wings of Desire (1987) ve La planète sauvage (1973) gibi filmlerin yapımcılığını üstlenmiş. Immoral Tales ile dönemin sinemasını adeta sarsmak isteyen Dauman’ın başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Immoral Tales’de her yeni öykü bizi tarihin belli bir noktasına götürürken pek de alışık olmadığımız göstergeler, adeta birer çocuk tekerlemesi gibi aklımızda dönüp dolaşıyor. Film, pornografi izlemek için değil adeta pornografinin yapısını okumak için yapılmış. Bunu her bir hikayedeki akışın içinde ve anlatım kodlarında bulabilmek mümkün.

Filmin sadece tek bir insani itkiden yola çıkarak çekilmemiş olması, ayrıca edebiyat alanına yapılan göndermeler, öyküleri oldukça zenginleştiriyor. Örneğin ilk öykü olarak gördüğümüz La Marée‘de, Fransız gerçeküstücü yazar André Pieyre de Mandiargues‘ın kısa öyküsünden esinlenilmiştir. Bu durum kozmik bir aktarımın doğmasına da izin veriyor. İnsan doğasının ve itkisinin her zaman başarılı olarak çıktığı bu öyküler hayatın gerçek yanlarıyla kurmacanın ötesinden bir adaptasyon etkisi yaratıyor. Borowczyk’in cevap vermediği ve ucunu açık bıraktığı her arzu tipi, izleyicinin aniden kafasını karıştırabilir tarzda. Bunun sebebi filmin kesinlikle bir didaktik yanının olmayışı, Immoral Tales hiçbir şekilde erotik unsurlara dair bir kılavuz değil, arzunun en kutsal yanının imgelerle bezenmiş hali.
