ALICE: Rüya, Gerçeklik için Doğal Bir Kuyu

Çek asıllı sürrealist sanatçı Jan Švankmajer’ın insanın psikolojik kuyularını tek tek kazan ve oralardan rüyanın gerekliliğine dair kanıtlar toplayan filmi Alice (Něco z Alenky – 1988), sempatinin ortak bir şemsiye altında merak, korku, endişe ve umutsuzluk ile el ele yürüdüğü bir yapım. Geleneksel sinema yöntemlerini, animasyon unsurlarıyla bir araya getiren yönetmen, elindeki gerçeküstü unsurlarla gerçeklik kavramına görsel bir hayal perdesi indiriyor. Bu şekilde bilindik Lewis Carroll anlatısına (Alice in Wonderland) da uzlaşılmış bir güzellik getiriyor. Öte yandan kendisinin belirttiğine göre filmine adını veren Alice, doğrudan bir Carroll anlatısını yansıtmıyor. Aksine Švankmajer bu film ile kendi çocukluk döneminin Harikalar Diyarı’na iniyor. Filmde Alice’in gözünden gördüklerimiz tamamen Švankmajer’ın çocukluk döneminin endişelerini ve korkularını yansıtıyor. Buna ek olarak kendi çocukluğundan alter ego olarak bahseden yönetmen anlaşılan o ki bu filmle birlikte tüm kontrollü çocuk Švankmajer’ın ellerine bırakmış.

Rüyaların Zihni Olur Mu?

Bu sorunun cevabı hiç kuşkusuz Jan Švankmajer için olumlu olacaktır. Rüyaları en az ete, kemiğe bürünmüş bir insan kadar gerçekçi bulan yönetmen bu filminde çocukluğundan olduğu kadar rüyalarından da yardım almış. Bir rüyanın nerede başlayıp tam olarak nerede bittiğinin takibini yapmanın bir insan için oldukça zor olduğundan bahseden Švankmajer, işin en cazip yanının da bu bilinmezlik olduğunun altını çiziyor. Rüya onun için nefes alıp verdiği bir hayat. Hatta onun varlığını bilmenin yani gerçek olanla rüya olanın ayırdına varmanın ise insanlık için kesinlikle bir hediye olduğunu düşünüyor. Yönetmenin Alice’inin tam olarak böyle bir zihnin etrafında doğmuş olması ise bizi bilinen Alice’in yanından uzaklaştırıyor. Rüya ve gerçekliğin sürekli birbiriyle iletişim halinde olması ve bunu yaparken aralarındaki bilinç yansımasının gerçeküstü bir şekilde buluşması filmde oldukça zengin bir görsel platform oluşturuyor.

Nesneler Tarafından Tanımlanan Bir Hayat

Büyüdüğü ortam nedeniyle Jan Švankmajer’ın hayatının tam olarak nesneler arasında gidip geldiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle Alice de gerçeğe nasıl yakınsa bir o kadar da gerçek dışı olana sırtını dayamıştır. Yönetmenin çocukluğuna dair anılar onun filmlerindeki spesifik arka plana yüksek oranda sahip çıkıyor. Habsburg Hanedanı İmparator II. Rudolf’un da (1552-1612) Alice filmi üzerinde büyük etkisi vardır. Bilindiği kadarıyla imparatorun Cabinet of curiosities olarak nitelenen, içerisinde ilginç nesnelerin, kurutulmuş iç organların, el yapımı doğal malzemelerin, sanatsal nesnelerin, doldurulmuş hayvan ve daha birçok “garabetin” bulunduğu olağanüstü bir odası (Kunstkammer) vardı. Švankmajer, bir röportajında Alice için doğrudan II. Rudolf’dan etkilendiğini de ekler. Alice’de bu bahsedilen doğaüstü kabinelerden oldukça fazla vardır.

Kuklalar ve kuklacılık, Švankmajer’ın çocukluğu zamanında her Çek evinde uzantısı olan bir kültürdü. Herkesin evinde kendine ait gösterisini yapabileceği küçük kukla sahneleri vardı. Švankmajer, o dönemlerde kendi kukla gösterisinin sahnesini ve nesnelerini tasarlayıp gösterisini o şekilde gerçekleştirirdi. Alice’e baktığımızda yönetmenin küçüklüğünün kukla sahnesine rahatlıkla tanıklık edebiliriz. Keza filmde klasik Çek kukla tiyatrosuna benzer bir tasarım vardır. Hatta bu tip sinema anlayışı için alternatif olarak doğrudan II. Rudolf Çek Yeni Dalgası bile denebilir. Yönetmenin diğer filmlerine baktığımızda nesnelerin yine onun hayatında ne derece büyük rol oynadığını görebiliriz.

Gerçekçi Yanını Gizliden Gösteren Gerçeküstü Bir Film

Švankmajer’ın sinematik estetiği, filmlerini dolduran tüm nesneler ve izleyici üzerinde bırakmış olduğu gerçeküstü farkındalık onun rahatsız edici dünyasını ziyaret etmek için yeterli sebepler. Hareketli görüntünün sınırlarını zorlayan yönetmen erişebileceği tüm kaynaklara erişerek kendi nosyonunu yaratmış. Alice’de oldukça üretken bir dünyanın yansımalarını görüyoruz. Hem görsel hem de yazınsal olarak oldukça yoğun bir mekanizmaya sahip olan film bir dizi düşünseli de peşinden sürüklüyor. Bunun yanı sıra arşivleme yöntemi olarak hem kendi tarihinden hem de dünya tarihinin yansımalarından faydalanış biçimi, ondaki gerçeküstü öğesinin gerçeklikten daha çok beslenmesini sağlıyor. Uyumsuz nesnelerin, stop-motion animasyon tekniği ile buluşturulmuş hali kuşkusuz gerçeküstünün var olabilmesi için gerçek olanın tam kalbinden beslenilmesi gerektiğine dair kanıt oluşturuyor.

Tüm nesnelerin cansızlığına rağmen onların arasında sadece Alice’in (Kristýna Kohoutová) hem gerçek hem de gerçeküstü kalabilmesi ise anlatıdaki dengelerle oynuyor. Oyuncak bebekler, düğmeler, kime ait olduğu belirsiz kemikler, oyun kartları ve daha fazlası filmde Alice ile buluşuyor ancak hiçbiri Alice’deki gibi bir gerçeklik boyutuna erişemiyor. Bu anlamda Alice’in rüyalar evreninde olduğunu düşünürsek ve bu rüyalar evrenini yönetenin de Švankmajer olduğunu varsayarsak Alice’in kimliği bize doğrudan Švankmajer’ın çocukluğunu hatırlatır. Alice ise onun döneminin aracısı olarak sadece bir ayna görevi görür.

Yeraltının Gizemli Doğası

Kuşkusuz Jan Švankmajer, Alice’i yaratırken birçok önemli isimden yararlanmıştı. Bunların en başında ise Avant-garde tiyatro kuramcısı olan Vsevolod Meyerhold’dan (1874-1940) bahsedebiliriz. Sahne tasarımı konusuna oldukça dikkat gösteren yönetmen Meyerhold’un, Adolphe Appia’dan (1862-1928) etkilenişi de göz önüne alınınca Alice’deki katmanlı tasarım yapısının gerçekliği daha çok ortaya çıkıyor. Özellikle günümüzde tiyatro sahnelerinde birçok kişinin Adolphe Appia’nın tasarım tekniğini kullandığını hatırlarsak tasarımın her anlamda bu türden bir alan için önemini daha net görebiliriz.

Alice bize doğrudan Agitprop kültürü ile ilgili bir yönlendirmede bulunmasa bile anlatının içindeki gizil bağlantılar üzerinden, filmin bu kültürden de beslendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu beslenme, gardını öyle masum sayılabilecek nesneler etrafında almış ki onu açığa kavuşturup gizem perdesini kaldırmak bir anlamda güç. Yine de Meyerhold’un yaratmış olduğu Agitprop kültürüne dair izleri sezinlemek mümkün. Bunun dışında filmde Federico Fellini, Georges Méliès ve özellikle David Lynch etkileri kendilerini açığa vuruyor. Bu isimler bağlamında Jan Švankmajer’ın kesinlikle kendi yeraltı doğasını ve zenginliğini yaratmış olduğunun altını çizebiliriz.

Lewis Carroll’un Alice’inden bağımsız olan Alice, Švankmajer’ın arzusunu kendine has bir adaptasyon ile yansıtıyor. Gerçekliğin birer yansıtıcısı değil hayat sevincinin bir yansıması olarak ortaya çıkan Alice, bireyin kendi çocukluğuna dair bilmeden gerisinde bıraktığı o değerli anıların sözcüsü.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın