İNSANİ ŞEYLER: “Gri Bölgelere” Dair Katartik Bir Yaklaşım

Fransız yazar Karine Tuil’in aynı adlı ödüllü romanı Les Choses Humaines’den (2019) uyarlanan İnsani Şeyler (2021) aktör, senarist ve yönetmen Yvan Attal’ın en yeni filmi. İKSV’nin düzenlediği 41. İstanbul Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğumuz yapım için tek kelimeyle tetikleyici denebilir. İzleyicileri kadınlar ve erkekler olarak ikiye ayırmak elbette ki çok sığ bir bakış açısı olur, lâkin bu film söz konusu olduğunda filmi izleyen erkeklerle kadınların hissettikleri arasında bariz bir fark olacağı da aşikâr. İzleyenin daha önce yaşamış olduğu olaylara, cinsiyetine veya kendini nasıl tanımladığına göre film bambaşka şeylere evrilebilecek türden. Dolayısıyla elimizde zaman zaman rengini belli eden ancak çoğunlukla da izleyicinin kendi rengini yansıtan, “gri” bir film mevcut. 

Suzanne Jouannet & Ben Attal

Başından bu tarz bir olay geçmemiş olan izleyici için bile oldukça rahatsız edici olan yapım, böyle yaşanmışlıkları olan insanlar için özellikle travmatik bir atmosfere sahip. Film, bundan öncesinde yaşanmış benzer tüm tehditleri, tehlikeleri, suçlamaları ve baskıları tekrar tekrar zihinde canlandıracak türden. Kişisel konuşmak gerekirse film boyunca sık sık sinema salonundan çıkma ve derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Bunda tabii ki günümüzün bir getirisi olan maskeyle film izleme hareketinin de bir etkisi olmuş olabilir ancak filmin boğucu etkisi görmezden gelinemez. Dolayısıyla film kesinlikle herkese göre değil. Hele baskı, zorlanma ve taciz gibi hikâyeleri olan kadınlar içinse hiç değil.  

Ben Attal

Filmin yönetmeni Attal, oğlu Ben Attal ile eşi Charlotte Gainsbourg’a Alexandre ve Claire Farel rolleriyle yer vermiş filminde. Anne-oğulu oynayan Charlotte ile Ben’in gerçek hayatta da anne-oğul olması duruma ilginç bir “gerçeklik” katmanı ekliyor. Filmin konusuna gelecek olursak, Stanford’da okuyan Alexandre babasının Fransa Şeref Nişanı’nı alacağı ödül törenine katılmak için Paris’e geri döner. Lâkin dışarıdan mükemmel görünen ailesi onu karşılamaya bile gelmemiştir. Hâlihazırda Claire’in, eşi Jean Farel’i (Pierre Arditi) terk etmesiyle kopmuş olan aile bağları bu sahnelerde etkisini kuvvetlice belli ediyor. Akabinde kendisini karşılayacak hiç kimsenin olmamasıyla yalnız kalan Alexandre, eski sevgilisiyle iletişime geçiyor. 

Mathieu Kassovitz

Alexandre’ın önceden ilişki yaşadığı Yasmina’ya (Laëtitia Eïdo) ısrarcı biçimde yazdığını, en sonunda da onunla bir otelin lobisinde buluştuğunu görüyoruz. Yasmina başka birisiyle ilişkisinin bulunduğunu söylemesine rağmen Alexandre ikili arasında geçen eski mesajları açıyor ve Yasmina’ya okumaya başlıyor. Hatta Yasmina’nın elini otelin ortasında kendi cinsel organına götürmekten bile çekinmiyor. Belli bir bakış açısını edindiğimizde kolaylıkla “taciz” olarak niteleyebileceğimiz bu davranışlar bir başka açıdan baktığımızdaysa “kırgın, âşık ve özlem dolu” bir erkeğin agresif ve hatta tutkulu davranışları gibi görünebiliyor. Bu da insan ilişkileri söz konusu olduğunda tek bir doğruyu bulmanın ve kesin bir yargıya ulaşmanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor bizlere. 

Suzanne Jouannet & Ben Attal

İnsanlığın Bitmek Bilmeyen Mücadelesi: Kat’i Doğruya Yaklaşma Arzusu 

Les Choses Humaines’in adından da anlaşılabileceği gibi -insani, yani kusurlu şeyler- filmin amacı, insanlar söz konusu olduğunda ve özellikle de duygular işin içine girdiğinde tek bir doğrudan bahsetmenin zorluğundan, aynı olayın iki farklı kişi tarafından ne kadar farklı yorumlanabileceğinden ve kesin bir yargıya varmanın imkansızlığından söz etmek. Bu filmin analizini yapan kişi olarak, cinsiyetimi yazdığım yazıdan bütünüyle ayrı tutmam tabii ki imkânsız. Bu sebepten, genel olarak hem erkeğin hem de kadının travmasını anlatsa dahi çoğunlukla toksik maskülenite olgusunu yansıtıyor gibi görünüyor film bana. Kitabın yazarının da bir kadın olduğunu ve kitaptaki Alexandre karakterinin gerçek bir Stanford öğrencisinden “ilham” alınarak yaratıldığını da ayrıca hatırlayalım. 

Ben Attal & Benjamin Lavernhe

2015 yılında tecavüz suçlamasıyla mahkemeye çıkan ve üç ayrı cinsel saldırı suçundan hüküm giyen Brock Turner’dan esinlenerek yaratılan Alexandre karakterine rağmen film, klasik şekilde sadece kadınları koruyan ve erkeği bütünüyle resim dışı bırakan filmlerin aksine erkeğin tarafını da duymamıza izin veriyor. Tabii kitaptaki karakter ile esinlenilen karakter arasında farklar olduğunun da altını çizmek gerek. Gerçek hayattaki dava daha net bir davayken, filme aktarılan karakter “daha az suçlu” birisi gibi gösterilmiş ve aynı olayın iki farklı kişi tarafından nasıl bu kadar farklı algılanabileceğine değinilmeye çalışılmış. Böylelikle izleyicinin zihninde sonsuz bir gelgit yaratan film, izleyiciyi hem yargıç hem kadın hem de bir erkek yerine koyuyor. Bu açıdan inanılmaz yorucu ve duyguları yükseltici bir film Les Choses Humaines ve etkisini de aslen buradan alıyor. İzleyicinin önünde katman katman açılan hikâye, önceden filmin konusunu okumuş olsanız bile büyük şaşkınlık uyandırıyor.

Charlotte Gainsbourg & Mathieu Kassovitz

Filmin sonunda olup bitenler, Alexandre’ın filmin başından beri sergilemiş olduğu davranışları ve de bizim bugüne kadar -hele de bir kadınsak- maruz kaldığımız davranışları tekrar tekrar sorgulamamıza, belki de zihinlerimizde başka yerlere oturtmamıza sebep oluyor. Filmin başında Alexandre’ın eski sevgilisine gösterdiği davranışları belki tehlikeli ancak tutkulu olarak nitelendirmiştik. Ancak filmin sonunda, Alexandre’ın yazdığı hikâyeyi ve Mila (Suzanne Jouannet) ile olan gerçek hikâyesini görünce filmin başında gösterdiği bu “sahiplenici” tavırlar o kadar da tutkulu ve güzel görünmüyor göze. Böylece bugüne kadar belki de “güzel” olarak adlandırdığımız her hareket tekrardan gözlerimizin önünden geçiyor, zamanında başka türlüsünü bilmediğimiz için mecburen “evet” dediğimiz her şey bir film karesi gibi can buluyor. “Ne kadar çok durumda, hislerimiz aksini adeta haykırıyor bile olsa sırf ne yapacağımızı bilmediğimizden bazı davranışları kabul ettik?”, “Ne kadar çok olayda sırf sesimiz çıkmadığı için onayımız var sanıldı veya onayımızın olup olmadığı önemsenmedi?” Bu gibi soruları sormak işten bile değil. Böylece izleyici inanılmaz bir sorgulama sürecine doğru sürükleniyor.  

Suzanne Jouannet & Judith Chemla

“Edilgen” Olması Gerektiği Öğretilirken Kendi Doğrularını ve Arzularını Haykırması Zorla Unutturulan Kişilerdir Kadınlar 

Hikâyenin katman katman açıldığından söz etmiştik. Filmdeki “o gece” hakkında çok fazla şey görüp duyuyoruz lâkin olayın kendisi uzunca bir süre bize gösterilmiyor. Hikâyeyi önce Alexandre’ın, ardından Mila’nın tarafından dinliyoruz. Filmin üçüncü bölümüneyse ikisinin de kendi düşüncelerini aktardığı duruşma sahneleri ve olayın araya serpiştirilen gerçek görüntüleri hâkim. Olayın Alexandre’ın veya Mila’nın tarafı ve gerçek hâli şeklinde üç ayrı yüzünün olduğunu düşünürsek eğer, bu üç yüzün harmanlanması ve birlikte sunulması bize gerçeklik olgusunu derinden sorgulatıyor. Mahkeme sürecinde iki tarafın da yanlışlarını görmüş olsak da Mila’nın haklılığı daha ağır basıyor. Film biraz açık uçlu bitiyor gibi görünse de ikilinin konteyneri nasıl terk ettiğini, Alexandre’ın umursamazlığını ve Mila’nın bakışlarını görüyoruz. Bu da film kesin bir dille bir şey demese de bize çok şey anlatıyor aslında. 

Charlotte Gainsbourg & Pierre Arditi

Buna ek olarak şu kısmı da atlamamak gerek: Bir kadının taciz edildiğini veya tecavüze uğradığını söylediğinde başlayan inanılmaz zorlu mücadelesi çoğu kişinin altından kalkamayacağı kadar ağır. Olayın ağırlığına ek olarak kadının bir de olayı ispatlamaya çalışırken maruz kaldığı taciz oldukça başarılı ve gerçekçi biçimde ifade edilmiş. Cevapların davayla doğrudan bir ilgisi olmayacak olsa bile gerek cinsel hayatı gerekse tüm yaşantısı hakkında insanın kişisel sınırlarını ihlal edici pek çok soruya maruz bırakılan Mila, yalnızca polisler, doktorlar veya mahkeme tarafından değil, kendi annesi tarafından bile ciddi bir psikolojik şiddete maruz kalıyor. Jean Farel’in filmdeki varlığını da es geçmemek gerek. Kendisi nüfuzunu kullanarak genç kadınlarla birlikte olmaktan kaçınmayan, sorumsuz bir baba. Alexandre’ın annesiyse zamanında ailesini terk etmiş, henüz kendi savunduğu doğrularla ailevi ilişkilerini ayıramayan, tecavüz suçlarına karşı oldukça kuvvetli bir tutum sergilerken söz konusu suçlu kişi kendi oğlu olduğu zaman inanılmaz şekilde direksiyon kırmış burjuva bir kadın. Jean Farel’in Quitterie (Camille Razat) ile olan ilişkisinin de toplumun genel olarak kadınlara bakış açısıyla ve daha da önemlisi bir kadının kendisiyle alakalı yargılarıyla fazlasıyla ilgisi var aslında. 

Suzanne Jouannet

Ancak film bu kısmı maalesef olması gerektiği gibi işleyememiş, öyle ki filmin sonunda Quitterie kendisinden oldukça yaşlı Jean ve ondan olma çocuğuyla birlikte yaşamakta. Dolayısıyla Quitterie karakteriyle Jean’ın ilişkisi çok daha sarsıcı ve vurucu şekilde bir sonuca bağlanabilirdi diye düşünüyoruz. Süresi boyunca olayın aslında nasıl gerçekleştiğini en sona kadar merak ettiren Les Choses Humaines, 41. İstanbul Film Festivali’nin en akılda kalıcı filmlerinden olmaya aday. 2 saat 18 dakikalık süresiyle izleyiciyi yavaş yavaş işleyen ve en sonunda gerilimi son noktasına kadar tırmandırmayı başaran yapım inanılmaz bir boğuculuğa sahip. Film aynı zamanda, çektiği altı komedi filminden sonra Yvan Attal’ın ilk ciddi filmi olma özelliğini de taşıyor.

Ece Mercan Yüksel

Charlotte Gainsbourg, Yvan Attal & Ben Attal

Bir Cevap Yazın