ÇAYKOVSKİ’NİN KARISI: Antonina Ivanovna Miliukova

Son dönemlerde adından çokça bahsedilen Rus yönetmen Kirill Serebrennikov, 10. uzun metraj filmi Çaykovski’nin Karısı (Zhena Chaikovskogo / Tchaikovsky’s Wife) ile bu yılki Filmekimi’ne konuk oldu. Yönetmenin düşünsel evrenine geçen sene de yine Filmekimi’nde gösterilen Petrov Grip Oldu (Petrovy v Grippe / Petrov’s Flu) ile tanık olmuştuk (söz konusu film hakkındaki eleştiri yazımıza buradan ulaşabilirsiniz). Petrov Grip Oldu ne kadar eğlenceli ve psychedelic ise, Çaykovski’nin Karısı da o denli ciddi bir yapım. 53 yaşındaki yönetmenin yaratıcı serüveninde ağırbaşlı filmler dönemine girdiğini gelecekteki projelerinden de anlamak mümkün: Limonov: The Ballad of Eddie ve The Disappearance of Josef Mengele. İlki Sovyet döneminde yaşamış şair Limonov’un acıklı hayatı, ikincisi ise bilindiği üzere insanlar üzerinde vahşi ve insanlık dışı deneyler yapan, savaş bitince de hayatının geri kalanını kaçmaya adayan Nazi dönemi doktoru korkak Mengele hakkında.

Alyona Mikhailova & Odin Lund Biron

Serebrennikov’un filminin başlığında yer alan, Rus besteciler arasında büyük (belki de en büyük) üne sahip olan Pyotr Ilyich Tchaikovsky (1840-1893) ifadesi, göz ardı edilecek gibi değil. Seyircilerin bir kısmı doğal olarak filmde tabiri caizse “odadaki filden”, besteci Çaykovski’den de bahsedilir umuduyla filme gittiler veya gidecekler, ne var ki bu noktada filmin başlığının ikinci bölümü oldukça dürüst: Filmde Çaykovski’nin karısı söz konusu, Çaykovski değil. Yanlış anlaşılma olmasın, filmde Odin Lund Biron, Çaykovski karakterini çok başarılı bir şekilde canlandırıyor, ne var ki dünyaca ünlü bestecinin yaratım süreci veya eser verdiği atmosferle, kişisel çatışmalarıyla ilgili, kısacası içinde bulunduğu entelektüel altyapı hakkında neredeyse hiç veri yok. Serebrennikov bu tür ayrıntılara değil, doğrudan Antonina Ivanovna Miliukova’ya (1848-1917), yani Çaykovski’nin karısının yaşamına, hayat mücadelesine ve psikolojik çatışmalarına odaklanmış.

Yukarıda “bestecinin yaratım süreci” ifadesini kullandık, hemen Konchalovsky’nin 2019 tarihli Il Peccato üzerine verdiği bir röportajdaki sözlerini hatırlayalım: “Bir sanatçıyı, eserini yaratırken göstermek kadar saçma bir şey olamaz”. Buna kesinlikle katılıyorum, bir ressamın hayatını konu edinen bir yapım, söz konusu ressamı elinde fırçalarla kanvas başında birkaç sahnede gösterebilir, ancak bir tablonun baştan sona yapım aşamalarını göstermeye soyunması, eserin yönünü belgesele doğru çevirecek, seyirciyi esas konudan uzaklaştıracaktır. Dolayısıyla şahsen bu filmde de Serebrennikov’dan bu tür bir tutum beklemiyordum ancak Çaykovski’nin dünyasına birkaç pencere daha açılabilirdi gibi geldi bana, zira film elbette Antonina Miliukova hakkında ve olaylara tamamen onun gözünden bakılmış ancak Miliukova’nın aşık olduğu adamdan biraz daha fazla bahsedilmesi, sadece Çaykovski’ye değil aynı zamanda (hatta daha çok) Antonina’nın duyduğu tutkulu aşka da yapılacak güzel bir methiye olurdu naçizane fikrime göre.

Film bu açıdan aklımıza Bergman Adası veya Salinger Yılım gibi filmleri getiriyor; her ikisinde de Ingmar Bergman’dan veya J.D. Salinger’den eser bile yoktu. Bu noktada Michael Hoffman’ın 2009 tarihli The Last Station filmi örnek verilebilir, yapım ünlü Rus yazar Leo Tolstoy’un son yıllarını konu edinirken, eşi Sofya Tolstoy’a da oldukça dengeli denebilecek seviyede yer vermişti. Yeri gelmişken Çaykovski’nin hayatı ile ilgili, kanımca yapılmış en iyi filmi de analım; üstad Ken Russell’ın başyapıtlarından biri olan, 1971 tarihli The Music Lovers. Filmde hem bestecinin sanatsal yaratım sancıları ve hayat mücadelesi, hem karısıyla olan ilişkisi, hem de Antonina’nın duygu durumu son derece dengeli ve tutarlı bir şekilde beyazperdeye yansır. Yazımızın konusu olan filmimize geri dönelim, bunu yapmanın en iyi yollarından biri de şüphesiz filmdeki baş karakter Antonina Miliukova’ya hayat veren başarılı oyuncu Alyona Mikhailova’dan bahsetmek. Çaykovski ile yakın çevresini canlandıran oyuncular da çok iyi performanslar sergilemişler ancak başroldeki Mikhailova bütün filmin duygusal ağırlığını omuzlarında ustaca taşıyabilmesiyle öne çıkıyor. Yönetmen Serebrennikov da mutlaka oyuncuların performanslarına bolca katkıda bulunmuştur, yine de Mikhailova bu filmin en büyük artılarından.

Alyona Mikhailova

Diğer önemli bir nokta da, böyle bir filmde ağırlık verilecek konunun seçilmesi sürecinin hassaslığıyla ilgili. Ne de olsa Serebrennikov, filmine uygun gördüğü başlıkla birçok açıdan kelime oyunu da yapmış oluyor. Öncelikle “birisinin karısı” tabiri son derece mizojinist bir yaklaşım, diğer bir deyişle “kadının adı yok” kabusunun sözcüklere dökülmüş hali adeta: “Bayan Çaykovski” (!) gibi. Ne var ki dediğimiz gibi Serebrennikov, filmde Çaykovski’den çok az bahsetmeyi seçmiş, bu da filmin adı açısından seyirciyi ters köşeye yatıran, feminist ve ayakları yere basan bir yaklaşım. Yukarıda “Çaykovski’den daha çok bahsedilmesi” beklentimiz de filmin adına dayanıyor, elbette kişisel beklentimize değil. Öte yandan Serebrennikov filmine bu adı vererek, gerçeğe dayanan bir noktaya daha değinmiş oluyor, o da aslında Antonina’nın, “Çaykovski’nin Karısı” unvanını ne kadar büyük bir tutkuyla sahiplendiği gerçeği. Üçüncü bir nokta da, Antonina’nın, Çaykovski’nin gözünde ifade ettiği konumla ilgili; toplum gözünde “normal” görünmek ve ilgi oklarını eşcinselliğinden uzak tutmak için göstermelik olarak Antonina ile evlenen Çaykovski için “bu kadın”, toplumsal (ve hatta kişisel) düzlemde tam da bunu ifade ediyor: “Çaykovski’nin Karısı”.

Alyona Mikhailova & Odin Lund Biron

Kısacası yukarıdaki paragrafta saydığımız nedenlerden dolayı yönetmenin böyle bir başlığı seçmek “zorunda” kaldığı dahi söylenebilir, ne var ki Antonina’nın Çaykovski ile evlendikten sonraki anılış şekli (Antonina Tchaikovskaya); daha da iyisi Antonina’nın tam adı (Antonina Ivanovna Miliukova) başlık olarak kullanılsaydı, daha net bir feminist duruş sergilenmiş, önceliğin tamamen Antonina’da olduğunun altı daha iyi çizilmiş olurdu. Ne de olsa “Virginia Woolf’un Kocası” veya “George Sand’ın Sevgilisi” başlıklı filmler çekilmiş olsaydı, seyircilerin söz konusu filmlere Woolf ve Sand sevgisiyle gitmeleri ne kadar normal olacaktıysa, bu filmden Çaykovski’nin dünyasına dair daha fazla veri bekleyişinde olmak da aynı derecede doğal. Dolayısıyla “19. yüzyıl Rusyası’nda gerçekleşen göstermelik bir evlilik” etrafında ilerleyen bir film izlemek isterseniz Çaykovski’nin Karısı kaliteli bir yapım ve kostümleri, dekoru, makyajı ve en önemlisi de oyunculuklarıyla tam bir dönem filmi, şiddetle tavsiye edilir. Çaykovski’nin hayatı etrafında çözümlenen bir yapım izlemek isterseniz o halde Ken Russell’ın The Music Lovers (1971) filmi tam size göre. Bol filmli günler!

H. Necmi Öztürk

İlgili okumalar / yazıda adı geçen filmler

Bir Cevap Yazın