Dünya prömiyerini 79. Venedik Uluslararası Film Festivalinde yapan, yönetmen koltuğunda Call Me By Your Name (2017) ve Suspiria (2018) gibi filmleriyle adını akıllarımıza kazıyan Luca Guadagnino’nun oturduğu 2022 yapımı romantik korku filmi Bones and All (Kemikler ve Her Şey), çiğnemesi oldukça kolay ancak sindirmesi bir o kadar zor olan bir yemek olarak karşımıza çıkıyor. Üç Michelin yıldızını kapmaya çalışırken tek yıldızda kalan bir yapıma dönüşüyor kopuk ve zaman zaman güçsüz bağlarından dolayı. Amerikalı feminist ve vegan yazar Camille DeAngelis’in aynı isimli romanından uyarlanan filmde kitabın alt metin olarak sunduklarını ne bir üst metin ne de bir alt metin olarak görmek mümkün. Belki aşırı yoruma kaçacak biçimlerde kitapla paralel olarak incelemeler yapılabilir. DeAngelis’in bu kitabı yazmasındaki temel motivasyon ve herkese sormak istediği soru şudur; “İnsanların kendi etlerini yemesi bizleri bu kadar rahatsız ediyorsa ve tiksinmemize sebep oluyorsa bu rahatsızlık ve tiksinti durumu neden genel olarak “et yeme”ye kadar genişletilemez?”

Film özelinde bir incelemeye girişmeden önce sinema tarihindeki yamyamlık olgusuna biraz daha yakından bakmak gerekir. 1932 yapımı Doctor X filminde ilk kez sinemada bir yamyam seri katilden bahsedilir ancak yamyam türünün kaynağı olarak 1972 yapımı Man from Deep River kabul edilir. Ancak türün büyük ses getirmesini sağlayan film Ruggero Deodato’nun Cannibal Holocaust (1980) yapımıdır. Sinema tarihinin yamyam türündeki filmlerine bakıldığında ilk dönemlerinde yamyamların oldukça vahşi, ilkel ve canavarımsı tasvirleri görülür. Zamanla yamyam türündeki filmlerde insan eti yeme cinsellik, reşit olma, dominant olma itkisi vb. kavramların metaforu olarak kullanılmaya başlar ve yamyamlar da anti-kahramanlara dönüşür. Yamyamlık eylemini gerçekleştirenler ilk yapımlarda çoğunlukla eril bireylerken zamanla Raw (2016), The Neon Demon (2016), The Bad Batch (2016) ve Yellowjackets (2021) gibi yapımlarda kadın yamyamlardan söz edilebilir. Kadınların yamyam olduğu yapımlarda yamyamlığın kadın cinselliğini temsil ettiğini görebiliriz. Artık yalnızca eril bireyler değil kadınlar da cinsel uyanışlarını alenen yaşamakta ve dışa vurmaktadırlar.

Bones and All filmi özelinde Maren’ın (Taylor Russell) yamyamlık eylemini ilk olarak pijama partisine gittiği arkadaşlarından birinin parmağını yemesiyle görürüz. Maren ve arkadaşı arasında cinsel gerilim tırmandıkça Maren arkadaşının etine duyduğu çekimi daha fazla kontrol edemez ve seksüel bir ifadeyle ağzına aldığı parmağı zevkle koparıp yemeye başlar. Cinselliğinin korkuyla karşılandığı evden kaçarak uzaklaşır. Annesini bulmak için yollara düştüğü zaman ilk olarak bir diğer yamyam olan Sully (Mark Rylance) ile tanışır. Sully ona diğer yamyamların kokusunu nasıl alabileceğini ve asla yamyamların birbirlerini yemediğini öğretir. Ölüme yakın olanları kurban olarak seçer ve bir akbaba gibi onları yemek için ölmelerini sabırla bekler. Seri katillerin kurbanlarından bir parça alıp onu bir hatıra olarak saklamasına benzer şekilde Sully de yediği kişilerin saçlarından koca bir örgü halat meydana getirir.

Maren, Sully’den bir tekinsizlik hissetmeye başladığı an yanından ayrılır ve kokusundan yamyam olduğunu anladığı Lee (Timothée Chalamet) ile tanışır, onun özgür, isyankâr, dertli ve bir o kadar hüzünlü kişiliğine çekilir. Bonnie ve Clyde benzeri bir yolculuk ve aşk teması da Lee ve Maren düzleminde işlenir. Sully’den farklı olarak Lee kurbanlarını bir avcı gibi seçmekte ve direkt olarak tüketmektedir. Lee ile tanışıp beraber yolculuk etmeye karar verdiklerinde tanıştıkları ve ilk kez “kemiklerle beraber her şeyi” yeme deneyimini gerçekleştirmiş bir yamyam olan Jake (Michael Stuhlbarg) ve onun arkadaşı ile sohbet ederler. Filmde Maren annesi Janelle’e (Chloë Sevigny) ulaşana kadar gördüğümüz tüm yamyamlar erkektir ve oldukça özgür yaşamlar sürdürmektedirler. Maren’dan ayrı olarak gördüğümüz diğer kadın yamyam olan Janelle bir akıl hastanesinde yatmaktadır. Hikâyenin temelinde kadınların yamyamlığı kadınların cinselliğini temsil eder ve cinselliğini yaşamaya çalışan kadın engellenerek adeta “deli” sıfatı altında hapsedilir. Filmin nihayetinde Maren Lee’yi kemiklerle beraber her şeyiyle yediğinde, özünde patriyarkal düzeni de kemiklerini kırarak midesine yollar.

Filmin temelini oluşturan DeAngelis’in Bones and All kitabının sonunda Maren, Lee gibi bir avcı olarak yamyamlığa devam eder ve diğer yamyamları yeme düşüncesini sürdürür ancak filmde bunun aksine Maren yamyamlığa bir alternatif oluşturma arayışındadır. Lauren Brown, 2012’de kaleme aldığı 10 Things You Always Wondered About Cannibalism başlıklı yazısında yamyamlıkla ilgili şunları söyler; “Yamyamlık, psikiyatrik rahatsızlıkların kutsal kitabı olan DSM’de listelenmemiştir, ancak psikologlar bunun, anneden ayrılma kaygısı ve bunun sonucunda ortaya çıkan oral saldırganlıkla bağlantılı çocukluk çağı travmasıyla ilgili olabileceğini tahmin etmişlerdir.” Sully, Maren ve Lee karakterlerinin kurban olarak seçtikleri kişilere bakılarak bu yamyamların aslında kendi travmalarını yediklerini görürüz. Travmalarını parçalayarak kendi bünyelerinde özütmeye çalışırlar. Tüm yamyamlar toplum tarafından dışlanmış bireylerdir ve genellikle yersiz yurtsuz olarak dolaşırlar. Bu hikâyenin kahramanlarının yamyam olmak yerine başka türlerde dışlanmalarını sağlayacak özelliklere sahip oldukları düşünüldüğünde, eksilen ya da artan hiçbir şey görülmemektedir.

DeAngelis’in okurlarına ve Bones and All filminin de izleyicilere sorduğu yamyamlık ve hayvan eti yeme arasındaki bağlantı ile ilgili sorunun cevabını William B. Irvine’in Cannibalism, Vegetarianism and Narcissisim (1989) makalesinde bulabiliriz. Kaleme aldığı yazısında “yeme etiği” üzerinden insan eti yeme ve hayvan eti yeme konularında alınan türcü kararları ve kurulan ideolojileri tartışır. Irvine, Etiğe Giriş derslerini verirken bebek çiftliği (baby ranch) kavramından yararlanır. Buna göre para karşılığında ücretli sperm donörlerinden hamile kalmaya razı olan kadınlar bulunur ve üretilen bebekler bebek çiftliğine yerleştirilir. Bebekler orada beslenir ve katledilir, sonrasında ise bu leşler Milyoner Gurmeler Kulübüne satılır. Öğrencilerin itiraz ettikleri konu bu düşüncenin aktif bir yamyamlık içerdiğidir ve doğal yollarla ölen insanları yemeyi yani pasif yamyamlığı da kabul etmemektedirler.

Hayvan etinin yenilebilmesinin etik nedenlerinden bahsederken hayvanların öldürülmelerine karşı çıkmayışlarını örnek olarak gösterirler. Oysa ki bebek çiftliği örneğinde de bebekler öldürülmelerine karşı çıkacak potansiyelde değillerdir. Bir diğer neden olarak ise hayvanların “acısız” şekilde öldürüldüğünden bahsedilir. Yine bebek çiftliğinde bebekler acısız şekilde öldürülürler ancak yine öğrenciler bunu kabul etmezler. İddia edilen fark aslında bir fark değildir, buradaki düşüncelerin temelinde türcülük vardır. İnsan kendi türünün üstün olduğu fikrine kapılıp kendisi dışında kalan her türlü canlıyı sistematik olarak sömürür. Richard D. Ryder’ın ırkçılık kavramı ile benzer tarafları olduğunu gösteren türcülük konusu hakkında düşünmeye yol açar Bones and All. Beyazperdede yenilenin bir insan değil bir hayvan olması durumda hissettiklerimizin değişime uğramasının ne kadar büyük bir iki yüzlülük olduğu vurgulanır.

Yalnızlık, dışlanmışlık, izolasyon, feminizm, veganizm masası etrafında dolanan Bones and All, bunları yemek yerine tadar. Seyircinin damağında bu tat uzun süreli kalmaz ve yemesi zevkli olan birbirinden ayrı tüm bu kavramları sindirmek usumuzda derin bulantılar yaratır. İstifra edip rahatlamak yerine kendi kusmuğumuzda boğuluruz.
