Ülkemizde 14 Nisan’da gösterime girecek olan Renfield (2023) bir “franchise”a dönüşecek, yani devam filmleriyle yıllar içinde koca bir endüstri ortaya çıkartacak mı bilemeyiz ancak Tod Browning’in 1931 yapımı Dracula’sı ile yakın bağları ve ona duyduğu saygı bir yana, yapım tek başına ele alınsa bile hem oyunculukları ve yapım kalitesi, hem de bünyesinde bir arada barındırmayı başardığı korku ve eğlence unsurları sayesinde özel bir ilgiyi hak ediyor. Senaryosu, adını özellikle The Walking Dead (2010) serisiyle duyduğumuz üretken ve başarılı çizgiroman yazarı Robert Kirkman’ın bir fikrinden hareketle yine Kirkman ve Ryan Ridley tarafından yazılmış olan Renfield, yapım kalitesini yükselten diğer kilit noktalarda da birçok yıldız barındırıyor. Örneğin görüntü yönetmeni koltuğunda oturan Mitchell Amundsen’in önceki işleri arasında hep blockbuster seviyesinde yapımlar mevcut: The Bourne Supremacy, National Treasure, Mission: Impossible III, G.I. Joe: Rise of the Cobra, vs. Aynı şekilde Renfield’ın, “ben buradayım” diye bağıran sanat yönetiminin arkasındaki isim Chris Craine de daha önce Get Out, True Detective ve Mank gibi harika işlerde çalışmış. Filmin yönetmeni ise Chris McKay, adını The Tomorrow War ile The Lego Batman Movie’den duymuş olabilirsiniz.

Dracula Mirası (Tod Browning, 1931)
Yazımızın başlığında da belirttiğimiz gibi, hem Bram Stoker’ın 1897 tarihli romanında, hem de Tod Browning’in, ABD’de 1931 yılının 13 Şubat’ında gösterime giren aynı adlı, Bela Lugosi’li efsanevi filminde yer alan küçük bir ayrıntıya dayanıyor 2023 yapımı film. Dracula’nın efsunlu yardımcısı rolündeki Renfield önemli bir karakter, yanlış anlaşılma olmasın. Ne var ki Renfield’ın sinek ve örümcek yemesi, Stoker’ın romanında birkaç noktada geçiyor sadece. Dracula’da (1931) da bu konudan çok az bahsediliyor. Robert Kirkman bu ayrıntıyı iyice genişletip ona doğaüstü özellikler katmış ve modernize etmiş. Stoker’ın romanından ziyade, daha çok 1931 yapımı Universal filmini temel alan Renfield (2023), açılışını dahi klasik filmden bazı sahneleri yeniden canlandırarak yapıyor: Dracula’nın Renfield’ı şatosunda ağırlaması, gemiyle Londra’ya gidişleri ve opera sahneleri ilk akla gelenler.

Orijinal filmde sırasıyla Bela Lugosi ve Dwight Frye’ın canlandırdığı Dracula ve Renfield karakterleri, bu filmde Nicholas Cage ile Nicholas Hoult’a emanet edilmiş ve her iki oyuncu da kesinlikle izlemesi son derece keyifli performanslar sergilemişler. Bela Lugosi’nin 90 küsur yıldır akıldan çıkmayan, ağır Macar aksanlı o efsanevi “Dracula” telaffuzunun taklidini ve Renfield’ın “siz içmiyor musunuz?” sorusuna verdiği “I never drink… wine” cevabı gibi klasik cümleleri Nicolas Cage’in ağzından tekrar duymak büyük keyif. Bu tür klasik sahnelerin yeniden, siyah beyaz olarak canlandırılması dışında film aslında 1931 yapımı filmden herhangi bir sahneyi olduğu gibi almış değil. Belki sadece Londra seyahatinin yapıldığı gemi sahnesinin aynen korunduğu söylenebilir, ne var ki o sahne de aslında Dracula’ya (1931) ait değildi. Universal’ın daha önceden çektiği Storm Breaker adlı sessiz filme ait birkaç sahnenin Dracula’ya entegre edilmesiydi söz konusu olan.

Renfield Kimdir? (Bram Stoker, 1897)
Bram Stoker’ın 1897 tarihli Dracula romanında Renfield karakteri ilk kez beşinci bölümde, “Dr. Seward’ın Güncesi” başlığı altında, doktorun müşahede altında tuttuğu bir hasta olarak okurlara sunuluyor. Bu ilk karşılaşmaya hızlıca göz atalım (alıntılar ve sayfa numaraları Zeynep Bilge’nin 2013’te Can Yayınları tarafından yayımlanan Dracula çevirisine aittir) :
R.M. Renfield, aetat. [yaş] 59. – Dışadönük mizaçlı; büyük fiziksel güç; hastalıklı biçimde heyecanlı; anlamlandıramadığım bir sabitfikirle sonlanan hüzün dönemleri. (s.91)
Kitapta 59 yaşında olmasına rağmen ne Tod Browning’in filminde, ne de Renfield’da benzer bir yaş aralığında betimlenir Renfield. Soyadını önceleyen isimlerin (R.M.) hangi özel isimlere denk geldiği ise Stoker’ın romanında veya Browning’in filminde açıklanmazken, yazımızın konusu olan Renfield’da bu kısaltmaların “Robert Montague” olduğu söyleniyor. Alıntıda görüldüğü üzere “büyük fiziksel güç” ayrıntısı yine filmde muazzam bir doğaüstü güce dönüşüyor, söz konusu sabit fikir ise elbette Renfield’ın efendisine, Dracula’ya olan bağımlılığı ve her dediğini yapmak zorunda olması.

Sinek ve Örümceklerin Kaynağı
Kitapta halihazırda tamamen Dracula’nın etkisi altına girmiş vaziyette okura tanıtılan Renfield’ın sinek tutkusundan da, kendisiyle ilk kez karşılaşmamızdan bir 10 sayfa kadar sonra bahsedilecektir:
5 Haziran. – […] Tuhaf türden evcil hayvanları var. Şimdiki hobisi sinek yakalamak. Şu an itibariyle öyle çok sineği var ki kendimi onu şahsen uyarmak zorunda hissettim. […]
18 Haziran. – Şimdi kafasını örümceklere taktı ve bir kutu içinde çok sayıda büyük örümceği var. Onları sineklerle besliyor. […]
1 Temmuz. – Şimdi örümcekleri de sinekleri kadar büyük bir dert olmaya başladı ve bugün ona örümceklerden kurtulması gerektiğini söyledim. (s.101)

Elbette romanda, her iki filme de yansımayan önemli bir nokta var: Renfield’ın asıl istediği, sinekler veya örümcekler değil. Browning’in filminde hemen açılışta yakın planda görünen bir örümceğin ardından Lugosi’nin söylediği cümlede olduğu gibi: “Örümcek sineğin peşinde, zira kan hayattır, Bay Renfield”. Kısacası Renfield’ın sineklere ve örümceklere olan ilgisi, kana ulaşma arzusundan başka bir şey değil. Çünkü romanda sinekler, örümcekler ve “odaya giren devasa bir at sineği”nin (s.101) ardından Renfield’ın asıl istediğinin “daha çok kan” olduğu, doktordan ve hastabakıcılardan talep ettiği hayvanlardan anlaşılıyor: Serçeler (kitapta bunlardan yirmi kadarını tek seferde yer), fareler (kitapta Dracula’nın kendisine “yüzlerce, binlerce, milyonlarca” fare vaat ettiğinden bahseder) ve önce yavru, sonrasında ise yetişkin bir kedi! Kısacası mesele böceklerden oldukça farklı. Tabii Bram Stoker’ın bu şekilde sunduğu, “insan kanı dışında kaynaklarla beslenme” şeklinde özetleyebileceğimiz (her ne kadar romanda Renfield’ın insan kanına duyduğu arzunun kapısı açık bırakılsa da) bu davranışı birçok vampir konulu filmde görmek mümkün.

Oyunculuklar
Üstlendiği tuhaf roller silsilesine son derece başarılı bir şekilde eklemlenen Dracula ile beraber, Nicolas Cage tam anlamıyla “binbir yüzlü adam” nitelemesine doğru, emin adımlarla ilerliyor. Yapım ekibinin, komedi unsuru sayesinde Bela Lugosi’nin efsanevi Dracula personasını taklit etmeye kalkışmamış olması takdire şayan. Zira 1931 tarihli filmden fırlamış gibi görünen siyah beyaz sahnelerde Cage ile Hoult’un konuşmaları, seyircinin hafifçe gülümsemesine yol açıyor sadece, tıpkı amaçlandığı gibi. Bu anlamda filmin genel tonu korkuya değil, komediye dönük, her ne kadar filmi baştan sona bir komedi sınıfına sokmak yanlış olsa da. Renfield’ın doğaüstü gücü üzerinden aslında alttan alta Dracula’yı yücelten yapım, “eğlenceli kanlı sahneleri” ile de öne çıkıyor, şayet böyle bir kavram varsa. Nicolas Cage’i Dracula rolünde izlemek büyük keyif, saç çizgisi ve kilosu açısından da Bela Lugosi’yi biraz andırıyor makyaj sayesinde ancak dişlerinin sivri olarak yorumlanmış olması (Bela Lugosi’nin dişlerini neredeyse hiç görmeyiz) onu Dracula personasından uzaklaştırıp aynı dönemin bir başka ünlü oyuncusu olan Lon Chaney’nin 1927 yapımı London After Midnight’taki (film günümüze ulaşmamıştır) halini andırıyor.

Sonuç
Başta da söylediğimiz gibi birçok komedi unsuru ve Dracula evrenine gönderme yapan esprileri (paspas esprisi hoş bir dokunuştu) sayesinde seyircisine, sanat karşıtı klişe tabirle ifade edersek “iyi vakit geçirten” bir yapım Renfield. Tabii seyircinin Dracula hakkında birkaç şey biliyor olması da seyir keyfini arttıracaktır. Romanda ve Lugosi’li klasik filmde sadece ayrıntı olarak kalmış bir unsuru ana konusu edinmiş olması nedeniyle kendi içinde var olabilen bir yapım Renfield ve kesinlikle “Dracula evreninin yeni bir okuması” değil. Eğer bu şekilde, kısacası daha ciddi bir havada, hatta korku filmi izleme eğilimiyle gidilirse hayal kırıklığı yaratacaktır. Dracula etrafında dönen, ciddi ve sinemanın bir sanat dalı olduğunu hatırlatan filmler izlemek isterseniz aşağıya küçük bir liste bırakıyoruz. Öte yandan Nicolas Cage’in Dracula yorumu dahi tek başına bu filmi izlemek için yeterli bir sebep. Şimdiden iyi seyirler.

Dracula evreninden ağırbaşlı yapımlar:
- Nosferatu (Murnau, 1921)
- Dracula (Browning, 1931)
- Vampyr (Dreyer, 1932)
- Horror of Dracula (Fisher, 1958)
- Dracula Prince of Darkness (Fisher, 1966)
- Dracula (Badham, 1979)
- Nosferatu the Vampyre (Herzog, 1979)
- Near Dark (Bigelow, 1987)
- Bram Stoker’s Dracula (Coppola, 1992)
- Shadow of the Vampire (Merhige, 2000)
- Let The Right One In (Alfredson, 2008)
- Byzantium (Jordan, 2013)