INSIDE: Etten Bir Tapınak Olarak Bedenin Dekoratif Sanat Şeklinde Kullanılması

Modern kaygının meraktan pay aldığı dışavurumcu bir beden tezahürü gören evin, diğer anlamda bir fabrikanın, tapınağın zahmetsizce keşfi Inside (İçerde, 2023) filminde gerçeğe bir övgü olarak yerini alıyor. Yönetmen koltuğunda Vasilis Katsoupis’in yer aldığı film, insan hünerinin belirsiz ihtişamını konu alıyor. Filmin senaryosunu Ben Hopkins ile kaleme alan Katsoupis, evrensel bir serginin inşasıyla ilişkilendirilebilecek sanatın tüm çağdaş yanlarına dokunarak ayrıcalıklı bir ortamın hiç sahip olmadığı kitlesine sesleniyor. Filmin aracı olarak kullandığı sosyal sanat kolları arasında kil, cam ve ahşap zanaatkar işleri, mekân olarak hikâyenin yaslandığı bir apartman dairesini gösterişli bir tapınak metaforu olarak ortaya çıkarıyor. Film her ne kadar sosyal bir sanat arayışında ilerlese de tesadüfen resmettiği ideal sanat alanından dışarıya çıkmadığı için alışılmış olanın estetik anlayışını yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bunu ise Nemo (Willem Dafoe) karakteri üzerinden deneyimliyor. Sanat eserlerinin basit sayılabilecek bir apartman dairesinin içinde arz-ı endam ettiği “güzel sanatlar” anlayışı, dekoratif sanat denilen alanın hizmeti altına giriyor.

Dekoratif Olarak Değersizleştirilen Sanat

Sanatın gerçek niteliğini, ilkesini değerlendirme amaçlı kullanıma açan “dekoratif sanat” kalıbı, yaşanabilir alanlar inşa edilmesinde rol oynar. Katsoupis’in Nemo karakterini bir anlamda “dekoratif sanat” olarak kullanması sanata özgü bir birliği yaratıyor. Böylece iyi inşa edilmiş, döşenmiş bir yerleşim, toplumsal sanatın gerçeğiyle alay etmek için bir kapı aralıyor. Sanatın mekâna hizmet etmesi, mekânın buyruğu altına girmesi onu tersten okunabilir bir konuma sokuyor. Sosyal sanat ise tam bu noktada sınıf ile sanat arasındaki ayrımı kurmaya başladığımızda kendini gösteriyor. Dolayısıyla Nemo’nun hikâyedeki yeri, kabul görmüş sanata özgü ayrımın reddedilmesine yardım ediyor. Canlı bir et yığını olarak Nemo’nun uygulamalı sanatlar arasında yarattığı hiyerarşi göz ardı edilmeyecek -performansa- dayalı resimsel kompozisyonlar yaratıyor. Onu yaşayan bir “sanat” olarak apartman dairesinde değerli kılan, kendi yaşamının ve kendi düşüncesinin ona kattığı kısım oluyor. Bu şekilde apartman dairesi içindeki sanat eserlerine değer biçmek bir noktadan sonra eleştirel olarak zorunluluk haline geliyor. Öte yandan tabloların, heykellerin değeri artık onların boyutu veyahut derecesi ile ölçülemeyecek bir alana ulaşıyor.

Willem Dafoe

Kişisel Olmayan Yaşamın Tekil İfadesi

Başsız veyahut uzuvsuz vücudun isteksiz bakışlarıyla yarattığı tanrısal duruşu, onu kendi içinde dengeli bir estetik oyununun içine hapsederken ona hayranlıkla bakan gözlerde yaşamın bolluğunun o an askıya alındığını fark edebiliriz. Sanata karşı duyulan bu totaliter tutku tıpkı Inside filmindeki gibi tapınağı olmayan heykelin (Nemo) romantik tutkusunu imkânlı hale getiriyor. Özneye kayıtsız olan resmin mükemmelliğine tanıklık eden sergi mekânı (filmdeki apartman dairesi) unutulmuş olanın gotik düşsel düzlemini harekete geçiriyor. Filmdeki prodüksiyon tasarımını üstlenen Thorsten Sabel, oldukça lüks olarak etiketlendirildiği düşünülen mekânı “teknolojiden yoksun teknoloji” ile bir anlamda hapishaneye dönüştürmesiyle makinelerin dünyasını reddederek rüya gibi bir Orta Çağ’ın inşasını hedeflemiş. 20. yüzyılın işlevsel modernite tutkusu filmin mimarisini beslerken mekânın tasarımcısı üzerinde yarattığı etkiyi de anlaşılır hale getiriyor. Böylece gözden kaçırılan sanat ile toplum arasındaki ilişki, Inside filminde olduğu gibi dekoratif sanatın kucağına düşmüştür. Bir anlamda kayıp cennete yönelik inşa edilen nostalji, hayal edilen sanat rüyasının gerçekleşmesine izin verirken, bir yandan da ona kayıtsız kalan bedeni idealize edilmemiş yaşam içinde nefessiz bırakana kadar performans sergilemesini sağlıyor.

Willem Dafoe

Sanata Karşı Duyulan Romantik Tutku, Sanatın Terk Edilmesiydi

Varoluşsal hayatta kalma çabası film boyunca izleyiciyi ilkel döneme doğru seyahate çıkartırken, bir mekânın vahşi bir doğa olmadan vahşi yanını en çıplak şekilde sergilemesini izliyoruz. Bu panoramik manzara hipermodernliği savunsa da sadece bir kavanozun içinde çürüyor olmanın altındaki anlamı kurcalıyor. Lüks olanın varoluşsal kriz yarattığı noktada zihinsel parçalanmışlık hissinin son derece ünlü bir performans sanatına dönüşmesi keşfedilme korkusuyla kendisini sonlandırıyor. Mekânın içine yedirilmiş olan sanatın özgür güzelliği, ona bakanda bağımlı güzellik algısını tetiklese de biçimin mükemmelliği olarak kabul gören beğeninin işlevselliği, Inside filminde dekore edilmeye ihtiyaç duyulmuş bir zorunluluğu taşıyor içinde. Hayalet bir şehrin göbeğine inşa edilmiş yüksek katlı yapının ister istemez yarattığı oda oyunu, geçici kalıcılık merkezi ile çökmekte olan bir kulenin yıkıntılarını besliyor.

Bu nedenle müzelerde, galerilerde hayranlık uyandıran ve bazı evlerin duvarlarını süsleyerek bir anlamda “uygulamalı sanat” haline gelen saf sanat anlayışı, gerçek ve sahte yaşam arasındaki karmaşayı süslüyor. Cansız bir mükemmelliğin değeri, burjuva konutu, ahenksiz yaşamın düzeni ve mimari itaat; reddedilmeye değer 21. yüzyılın natüralizmini besliyor. Antik mermerin erdemiyle filmi beslemeyi tercih etmeyen Vasilis Katsoupis, klasik Antik Yunan özgürlüğünün özelliklerini sadece Nemo karakteri üzerine işlemiş. Klasik mahkûmiyetin hükmü Nemo’nun yarattığı “barbar” sanatını belirlerken kendini gerçekleştirmek için sabırsızlanan düşünce, anlatının kompozisyonundaki en dengesiz taşı oyun dışına bırakır. Mekân içindeki simgesel sanatı karakterize eden Nemo’nun yetersizliği, maddeye düşüncenin biçimlerini dayatıyor.

“Hiç kimsenin” Bireysel Kurtuluşu

Etimolojik olarak “Hiç kimse” anlamına gelen Nemo ismi epik bir kurtuluş hikâyesinin bireysel kahramanı oluyor. Fiziksel görünümün değişimi, sergilenen performans sanatının bir parçası olurken yenilen yemek parçacıklarının küflenmeye başlaması organik olanın geçiciliğini savunuyor. Solgun, zayıflayan Nemo’nun bedeni Egon Schiele’nin eserleriyle benzerlik taşırken bir sanat eseri haline geliyor oluşuna baştan sona tanıklık etmek filmin en tektonik enerjisini oluşturuyor. Hayvan ve insan kategorilerinin tamamen silindiği, canlı olmanın sert ve kasvetli varoluşunun sinirine basıldığı Inside, hayatta kalma fikrini sanata dönüştürüyor. Yıkım olmadan yaratımın varlık kazanamayacağı fikriyle filmin son karelerinde karşılaşmamız Marguerite Duras’ın “Détruire, pour mieux reconstruire” anlayışını akıllara getiriyor.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın