42. İstanbul Film Festivali’nde izleyici karşısına çıkan filmlerden birisi de Keiichiro Hirano’nun aynı isimli romanından uyarlanan ve dünya prömiyerini 79. Venedik Film Festivali’nde yapan, yönetmen koltuğunda Kei Ishikawa’nın oturduğu A Man (“Aru Otoko” veya Bir Adam, 2022) filmiydi. Oldukça ağır fakat sağlam adımlarla ilerleyen yapım izleyicilere bir görsel hikaye anlatıcılığı deneyimi yaşatıyor. Sakince ve sabırla yanan bir ateş gibi başlayan hikaye bir an bile harını kaybetmeden mekanların estetiğini sinematografisine katarak ilerliyor. İlerlerken hikayeyi bazen bölüyor bazen çıkarıyor ve topluyor. Bunları yaparken özündeki kimlik, ırkçılık, sosyal etkileşim ve sosyal varoluş, hakiki mutluluk kavramlarını asla atlamıyor.

İzleyiciye ve Rie (Sakura Ando) ile oğlu Yuto’ya (Manato Sakamoto) kendini Daisuke Taniguchi (Masataka Kubota) olarak tanıtan ve ikna eden karakterin sahte kimliği ile travmatik geçmişinden sıyrılıp mutlu bir hayata başlaması ve bu hayatın çok sürmeden sona ermesi ile ortaya çıkan yalanlar ve gerçekler ile başlar tüm hikayeler. İkincil Daisuke olarak adlandırabileceğimiz bu karakter bir katil olan babasının ona musallat olan hayaletinden kaçmaktadır aslında. “Uyandığımda aynaya bakıyorum, babam orada. Babam içimdeymiş gibi hissediyorum, kendimi parçalamak ve derimi yırtmak istiyorum.” diyerek neden boksa başladığını da açıklamaya çalışır. Derrida’nın hayaletimsilik kavramına göre hayaletin gelmesiyle, musallat olmasıyla çizgisel zaman anlayışı yıkılır. Şimdide geçmiş ve gelecek birleşir. Hayalet hiçbir zaman ölmez her zaman geri gelir. Hayaletin bu dönüşü elbette yineleme kavramıyla da ilişkilidir.

Bu yinelemede değişmezlik kavramından söz edilemez. Derrida hayaletin geri dönmesini miras kavramıyla birlikte açıklar. Mirasçı hem muris hem miras ile ilişkilidir, hayaletle yani muris ile hesaplaşmaya girmeyen hiç kimse mirasçı olamaz. Mirasçı kendinden önceki mirası evetleyerek kabul etmeli ancak aynı zamanda onu değiştirmeli ve dönüştürmelidir. Derrida’ya göre mirasçı mirası değil miras mirasçıyı zorla seçer ve bu durumda mirasçı bu mirası hem kabul etmeli hem de onunla mücadele etmelidir. Daisuke’yi zorla seçen miras Daisuke tarafından hiçbir zaman evetlenmez ve evetlenmeden girilen mücadelede dengesizlikler yaşanır. Hem mirastan hem de hayaletten kaçmak üzere kendi kimliğini silerek yeni bir kimlik inşası kurar. Bu inşa onu mutluluğa götürür ve sosyal dışlanmadan korur. Hakikatin karşısında söylenen yalanın getirdiği iyilik göz önünde bulundurulduğunda hakikatin hizmet ettiği şey tam olarak nedir?

Birincil Daisuke’nin hakikatte kimin kimliği olduğunu ortaya çıkarmaya çalışırken paralel bir ikinci hikayeyi izlememizi sağlayan bir diğer karakter ise Zainichi Korelileri’nden avukat Kido’dur (Satoshi Tsumabuki). Zainichi Korelileri 1945’ten önce Japonya’ya göç eden veya bu göçmenlerin soyundan gelen etnik Korelileri temsil eder ve genellikle Japon nüfusuna asimile olmuşlardır. Kido bir Japon gibi yaşar, Japonca konuşur ancak mirası yüzünden ırkçılıkla karşılaşır ve bir yabancı gibi hissettirilir. Birbirine paralel ve ozmotik bir ilişkide görülen bu iki hikayenin de çıkış ve varış noktasına dahil olarak süreçlerinde bahsettikleri konu ortaktır; Erving Goffman’ın da zamanında dile getirdiği gibi; “Gündelik Yaşamda Benliğin Sunumu”.

Kişi (person) kelimesinin etimolojik sürecine bakıldığında Latince persona yani maske sözcüğünden geldiği görülmektedir. Bu da kişilerin az ya da çok olarak her yerde ve her zaman belli bir rolü oynadığının kanıtıdır. Kişiler birbirlerini belirli rollerde tanırlar ve kişi kendisini de bu roller içindeyken tanır. Kido’nun dava süreci boyunca öfkeli olmasının nedenlerinden birisi de etnik kökenini bastırıp asimilasyona boyun eğmenin verdiği isyanın bir yansımasıdır. Maskesinin ardındakini görmeye başladığından yani kendisini tanıma yolunda olduğundan söz edilebilir. Sinema dilini ve öyküsünü Renée Magritte’nin ünlü tablosu La reproduction interdite (1937) üzerinden kuran A Man filminin katmanları arasına sızan bu tablonun incelenmesi filmin okunmasında son derece önemli unsurlardan birisidir çünkü tablo, adının aksine filmde yeniden ve yeniden yaratılır, böylece kimliğin gizemi hakkında birkaç fikir oluşturur.

La reproduction interdite tablosu oldukça tekinsiz bir eser olarak karşımıza çıkar. Kişinin sırtı resmi gözlemleyene dönüktür ve karşısındaki aynadaki yansıması da aynı şekilde sırtı dönük bir şekilde tasvir edilir. Şöminenin kenarında Edgar Allen Poe’nun “Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in Öyküsü” adlı kitabı dikkat çeker. Poe’nun tamamlanmamış tek romanı olan bu eser tablodaki erkek figürünün kimliği gibi gizemli ve bir bakıma da yarımdır. Yansımanın “yanlış” veya “ters” olarak tasvir edilmesi özünde her şeyin her zaman göründüğü gibi ve aynı zamanda doğru olmayabileceğini dile getirir. Kişilerin sosyal hayattaki kimlikleri performatiftir ve her yerde, her zaman kendi performansımızı birer homo ludens olarak ortaya koyarak iletişim kurarız. Bu performanslar, maskeler ve homo ludens eylemleri nedeniyle bir kişiyi hakikaten tanıyabilir miyiz yoksa yalnızca onun yüzeyine mi yaklaşır ve birer Narcissus gibi kendimizi görürüz? Tekinsizlik, huzursuzluk, belirsizlik ve merak duygularını kabartmasındaki nedenlerden birisi de vücudun odak kısmının yüz olduğu gerçeğidir. İnsanları yüzlerinden, özünde maskelerine verdikleri şekillerden tanırız. Tablodaki erkek figürünün yüzünü/maskesini görememek başlı başına bir sıkıntı oluşturmaktadır. Poe’nun romanındaki Pym karakterinin anlattıklarının doğruluklarının sorgulanması gibi, Magritte de tablonun gözlemcilerini bir sorgulamaya iter.

Kido’nun, eşinin onu aldattığını öğrendikten sonra yeni bir hayata başladığını bir barda bir yabancıyla yaptığı konuşma anında anlarız. Tablonun yeniden yaratımı sekansında gördüğümüz şey aslında Magritte’nin Edward James’i sırtı dönük olarak resmederken gördüğünün bir benzeridir. Platon’un mimesis kavramını açıklamada kullandığı sedir örneğini bu sekansa bir anti sedir örneği olarak oturtmak yanlış olmayacaktır. Kido kimlik kavramının kendisidir ve resmedilecek olandır. Resmedilen Kido’nun peşinde koşarak maskesini çıkarmasına neden olan ikincil Daisuke’dir ve resmedilen Kido’nun yansımasının tasviri ise birincil Daisuke’dir. Özetle mimesise göre kopya sayılan sanat eserine yaklaştıkça hikayenin özündeki kimliğe ulaşılır ve bu da mimesis’ten agalma’ya varan bir süreçtir. Aşk hikayesi olarak başlayan ve sürecinde yalanların ortaya çıkışı üzerinden seyirciyi sosyolojik bir sorgulama ile baş başa bırakan A Man yeniden başlama kavramının sonsuz yinelenmesini ve öte yandan Japonya’nın gündelik sosyal yaşamında oyuklar açan problemleri şiirsel bir dille ancak oldukça görsel bir nesir olarak gözlerimizin önüne seriyor. İzleyici olarak bu serginin üzerinde kendi kimliklerimizin izlerini bırakırken, ve bazılarımız da ilhamla izlerini değiştiriyor.
