SUZUME: Doğal Afetlerden Kierkegaard Felsefesine Uzanan Büyüleyici Görsellik

Ülkemizde geçtiğimiz Cuma günü genel gösterime giren Suzume (Suzume no Tojimari, 2022) usta yönetmen Makoto Shinkai’nin, 45 dakikalık The Garden of Words’ünü de sayarsak 7. uzun metraj animesi. Makoto’nun (yazımızda Batı tarzı isim sıralaması kullansak da, Japonca’da yönetmenin soyadı Makoto’dur) mesleği için “yönetmen” dedik ancak kendisi aynı zamanda bir manga, animasyon ve seslendirme sanatçısı, görüntü yönetmeni ve prodüktör. Ayrıca tüm filmlerinin senaryoları da yine kendisine ait. Kısacası Your Name (2016) ve Weathering with You (2019) filmlerinden hatırlayabileceğiniz Makoto Shinkai için animasyon özelinde tam bir “auteur” diyebiliriz, zira ortaya koyduğu eserlerin her aşamasıyla kendisi ilgileniyor, hatta bu filmde olduğu gibi, çoğunlukla kurgu masasında da tek başına oturuyor. Avrupa’da biraz daha yaygın olsa da, Türkiye’de sık sık beyazperdede anime izleme fırsatı yakalayamıyoruz. Bu bağlamda filmin ülkemizde dağıtımını üstlenen TME Films’e teşekkürler, umarız gösterime giren anime sayısı giderek artar.

Suzume (Nanoka Hara)

Makoto Shinkai filmografisinde zaman, çocukluk, geçmiş, hafıza, paralel evrenler, farklı boyutlar, anılar, karşılaşmalar ve metafizik, sıklıkla işlenen konular arasında. Suzume bu saydığımız konuların birkaçına değiniyor elbette ancak bu sefer hayatın koşturmacası ve beklenmedik karşılaşmaların neşeli perdesi altına tekinsizce sızmış bir varoluşçu felsefe göze çarpıyor. Suzume (Nanoka Hara), karşılaştığı Souta ile (Hokuto Matsumura) birlikte, deprem başta olmak üzere doğal afetlerin meydana gelmesini engellemek adına Japonya’nın farklı bölgelerinde ansızın ortaya çıkan boyutlar arası kapıları törensel bir düzen içinde kapatmaya çalışmaktadır. Elbette sadece bu eylemin tekrarlanmasını izleseydik sıkıcı gelebilecek olan yapım, bu tuzağa düşmüyor ve orijinalliğini, Makoto filmlerinde her zaman olduğu gibi eğlenceli yan karakterlerden ve senaryosunun ağzına kadar dolu olan entelektüel bagajından alıyor.

Souta (Hokuto Matsumura)

Deprem özelinde doğal afetler senaryonun önemli bir kısmını dolduruyor olsa da, animede birkaç sahne dışında çok “gözümüze sokulmuyor”. Bu da elbette hem etkisinden daha uzun süre kurtulamayacağımız ülkemizdeki deprem felaketi, hem de Japonya’da ve bu filmin izleneceği pek çok ülkede sıklıkla depreme maruz kalındığı düşünüldüğünde, olumlu bir karar olmuş. Uzun vadede de yine yerinde bir dokunuş, çünkü boyutlar arası geçiş, çocukluk, büyüme sancıları gibi konular yanında deprem felaketi anlatı iskeletinin baş köşesine yerleştirilseydi, diğer tüm yan temaları gölgede bırakır, animenin yaratmak istediği büyülü ruh halinin seyircilere aktarılmasının önüne geçerdi. Bu bağlamda Suzume ciddi bir konuyu kendisine fon edinirken, aynı zamanda seyirciyi eğlendirmeyi ve sunduğu görsel şölene konuk etmeyi de ustalıkla başarıyor. Görsellik demişken hem karakter hem de dekor çizimlerinin keskin ve net hatlarla meydana getirildiğini, animasyon, renklendirme ve seslendirme tekniklerinin de Makoto Shinkai’nin önceki yapımlarında olduğu gibi yine büyük bir ustalıkla kotarıldığını ekleyelim.

Büyük Felaketler ve Japonya

Her ülkenin tarihinde önemli felaketler yer alır ancak ne yazık ki Japonya’nın bu konuda, birçok ülkeye nazaran söyleyeceği daha fazla şey var. Öncelikle 1995’de yapılan bir keşif sonrasında, 6000 yıl kadar önce Japonya’nın ada olarak neredeyse tamamen sular altında kalma tehlikesi geçirdiği bilgisi mevcut. Koca bir ülkenin kelimenin tam anlamıyla sular altında kalarak yeryüzünden silinmesinden bahsediyoruz. Ardından elbette 1945 yılında ABD’nin Hiroşima’ya (6 Ağustos) ve Nagasaki’ye (9 Ağustos) attığı atom bombaları söz konusu. Bu denli zalim ve dünya çapında bir saldırının, Japonya tarihine ve toplumuna derinlemesine işlememiş olması düşünülemez bile. Üçüncü olarak, Japonya’nın deprem felaketleriyle olan mücadelesi akla geliyor. Ülkemizde çoğunlukla uzaktan bakılarak “Japonya depreme hep hazırlıklı” efsanesi yaygın olsa da, durum öyle değil. Dahası, Japonya tarihinde 8.0 üzerinde tam 20 büyük deprem felaketi yaşandığı (Kaynak: Wikipedia) göz önüne alınırsa, “hazırlıklı olunabilecek” çapta bir doğal afetten bahsetmek imkansız. Bu yirmi deprem arasında en büyüğünün şiddeti 9.1 olarak saptanmıştır (11 Mart 2011, Tohoku) ve bu deprem sonrasında Japonya hem tsunami felaketiyle, hem de Fukushima nükleer felaketiyle baş etmek zorunda kalacaktır. Halihazırda 17 nükleer santralinden sadece 6 tanesi aktif (Kaynak: Wikipedia) olsa da, Japonya için nükleer felaketler tehdit olma özelliğini sürdürüyor.

Kierkegaard ve Varoluşçuluk Felsefesi

Tüm bu felaketlerden bahsetme nedenimiz elbette Suzume’de, Souta karakterinin sarf ettiği bir cümleye ve bu cümlenin filmin tamamına yansımış olmasına dayanıyor. Cümle, aşağı yukarı şöyle: “Herşeye, tüm felaketlere ve ölüme rağmen mücadeleye, yaşamaya devam ediyoruz”. Bu saptama felsefe tarihinde sonsuz kez incelenmiş ve irdelenmiş, üzerine düşünce sistemleri kurulmuştur ancak Japonya özelinde baktığımızda, gerçekten de ülkenin tarihinin büyük bir bölümünü özetlemiş, dahası insanlarının yaşama azmini betimlemiş oluyor. Cümlenin yer aldığı mottonun tamamı ise daha da manidar, açık kalması halinde felakete sebep verecek olan boyut kapılarını kapatırken Souta, bir anahtar deliğinin belirmesi için aşağıdaki mottonun kısa versiyonunu filmde birkaç kez tekrar eder, filmin sonuna doğru ise eksiksiz olarak dile getirir:

Bu toprakların altında bulunan yüce tanrılar! Nesiller boyu bizi korudunuz, bize kol kanat gerdiniz. Uzun zaman boyunca dağlarınız ve nehirleriniz üzerinde hak iddia ettik, onları bize ait olarak görmüyoruz artık ve saygıyla sizlere iade ediyoruz. Hayat avucumuzdan kayıp giden, kırılgan bir şey. Yaşam boyunca ölüm hep yanı başımızda. Ama yine de var gücümüzle savaşmaya devam ediyoruz. Mücadele ediyor ve bir saniyeliğine dahi olsa biraz daha yaşamaya çalışıyoruz. Yüce tanrılar, lütfen bizlere bir şans daha tanıyın. (Çeviri: H.N. Öztürk)

Souta’nın bu son derece yüklü çığlığı sonrasında Danimarkalı filozof Kierkegaard’ın irade, bireyin kendini bir amaca adaması, iç sıkıntısı (anguas / bunalma) ve umutsuzluk / karamsarlık kavramlarını düşünmemek çok zor. Ontolojik bağlamda Heidegger’in “insanoğlu yeryüzüne atılmıştır” önermesi de akla geliyor ancak bu yazının sınırları içinde sadece Kierkegaard’ın varoluşçuluk felsefesinden kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Aşağıdaki alıntıların sayfa numaraları düşünürün üç eserinin tek ciltte Fransızca olarak basıldığı edisyona aittir: “Miettes philosophiques, Le concept de l’angoisse, Traité du désespoir” (Danca’dan Fransızca’ya çevirenler: Knud Ferlov, Jean-Jacques Gateau) – Gallimard, 1990.

İnsanın ölümlü olduğu bilgisine sahip olması Kierkegaard’ın “iç sıkıntısı / angoisse” kavramının ortaya çıkma nedenlerinden biri ancak sadece bununla sınırlı değil. Düşünüre göre “iç sıkıntısının ortaya çıkma anı, aynı zamanda sorunun da merkezini oluşturuyor” (s. 204) Çoğunlukla cehalet bu iç sıkıntısını ortadan kaldıracak bir olgu gibi öne sürülse de Kierkegaard tam olarak buna da katılmaz: “Adem’in sahip olduğu şey, yapabilme kapasitesidir ki bu da cehaletin veya iç sıkıntısının üst seviyesinden başkası değildir” (s. 205). Filozof aynı zamanda İncil’in Genesis bölümü üzerinden “masumiyet, bilmemektir [cehalettir]” önermesini de (ss. 194-198) derinlemesine inceler ancak Suzume’de bu açıdan bir gönderme bulunmamakta. Düşünürün bir diğer önermesi de “iç sıkıntısı ile hiçliğin sürekli iç içe bulunduğu” (s. 264) saptamasıdır, buradan da sözü kader kavramına getirir.

Bu bağlamda Suzume ile Souta’nın doğal felaketleri önleme çabaları hem hiçlikten ve kendi anguas’larından kurtulma, hem de kendi kaderlerini kontrol etme arzusuna gönderme yapmaktadır, yine Kierkegaard’ın “irade” kavramına geliyoruz. Filozof çoğunlukla temel kavramlarını Hristiyanlık inancı etrafında açıkladığı için Souta’nın davranışları bu çerçevede de açıklanabilir (karakterin tam adı Souta Munakata’dır ve “Munakata” sözcüğü Japonca’da dini alt anlamlar içermektedir) ancak Makoto Shinkai animeyi farklı bir çizgide tutmuş. İrade kavramını pozitif bir olgu olarak üstlenen anime karakterleri, teslim olmayı değil mücadele etmeyi seçmişlerdir ve bu açıdan Kierkegaard’ın varoluşçuluk felsefesinin pragmatik alanının dışına çıkarlar.

Burada da filozofun “umutsuzluk” kavramına değinmek yerinde olacaktır, zira “olanaklı olana dönük umutsuzluk” önermesi üzerinden, Kierkegaard’a göre harekete geçmeyi sağlayan tek şey, “benliğin kendini gerçekleştirmesi gerekliliğidir” (s. 381). Düşünüre göre hem olanaklılık hem de gereklilik, bireyin kendini var etmesi / gerçekleştirmesi / dönüştürmesi için elzemdir (s. 381). Bu noktada Souta’nın filmin en başında Suzume’nin annesinin yaptığı üç ayaklı küçük sandalyeye dönüşmesini hatırlayalım. Tekrar insan formuna kavuşması için Souta hem olanaklılık (sandalye formunda mücadele edebilmesinin mümkün olduğunu kavraması) hem de gereklilik (felaketleri önleyerek kendini var etme) auralarını üstlenir. Ayrıca sandalye formundaki benliğini bir kilit olarak kullanması zorunluluğu da yine onu hiçlik’ten uzaklaştıran bir etmendi.

Sonuç

Sonuç olarak büyük ölçüde umutsuzluğu ve iç sıkıntısını besleyen Kierkegaard felsefesi etrafında ele alındığında bile geleceğe umutla bakan, hümanist bir yapım var karşımızda ve doğal afetler ve ölüm gibi ağır temalar etrafında dahi yüzü gülen bir anime, Suzume. Üstad Makoto Shinkai’nin daha önceki yapımlarına aşina olsanız da olmasanız da bir şans verin deriz, Makoto yine çizgisini bozmamış ve ortaya harika bir iş çıkartmış. Yazımızı sonlandırırken filmin son derece başarılı müziğinden bahsetmemek suç işlemekle eşdeğer, özellikle Radwimps’in Suzume (feat. Toaka) başlıklı parçası (burada: YouTube) mükemmel. Müzik departmanının diğer usta ismi de besteci Kazuma Jinnouchi. Şimdiden keyifli seyirler!

H. Necmi Öztürk

İlgili okuma: Weathering with You

Bir Cevap Yazın