L’AMANT – Erotik Bir Büyüme Hikayesine Yeniden Bakış

Marguerite Duras’nın 1983 yılında yayımlanan romanı L’Amant’dan esinlenerek çekilen ve aynı adı taşıyan Sevgili, hem bir büyüme (coming-of-age) hem de erotik bir aşk hikâyesi. Tony Ka Fai Leung’un (The Chinaman) ve Duras’ya olan benzerliğiyle dikkat çeken Jane March’ın başrollerinde olduğu 1992 yapımı film, usta yönetmen Jean-Jacques Annaud’nun altıncı uzun metrajı. Öncelikle romandan söz edecek olursak, romanın otobiyografik özellikler taşıdığını söylemek gerek. Yayımlandığı yıldan bir yıl sonra Fransa’da Goncourt Ödülü’nü alan romanda Duras’nın Hindiçin’de doğmuş olmasının da etkilerini görmek mümkün. Yazarın içinde büyüdüğü bu ortamdan bir hayli nasibini alan ana karakterler, belki de Duras’nın fantezi dünyasının birer yansıması sadece. 18 yaşında Paris’e gelene dek yaşamını Hindiçin’de geçiren Duras’yı, aynı zamanda sinefiller arasında oldukça büyük bir üne sahip olan Hiroşima Sevgilim’in (Hiroshima Mon Amour, 1959) senaryosuna imza atmış olmasından da tanıyoruz.

Jane March & Tony Ka Fai Leung

Beyazperdeye geri dönecek olursak, filmin anlatıcılığını, Fransız Yeni Dalga filmlerinden, özellikle de Jules et Jim’den (Jules ve Jim, 1962) çok iyi tanıdığımız Jeanne Moreau’nun yaptığı bilgisiyle başlayalım. Ünlü film eleştirmeni Roger Ebert’in “Duras’nın hayal gücünün otobiyografisi” olarak nitelendirdiği film, 1993 yılında Robert Fraisse ile en iyi sinematografi dalında Oscar’a aday oldu. Ebert’in filmi “Duras’nın hayal gücünün otobiyografisi” olarak nitelendirmesinin arkasında elbette ki çeşitli sebepler mevcut. Öncelikle, karakterlerin gerçekten bir şekilde yaşamış karakterler değil de yalnızca Duras’nın gençlik fantezilerinin birer yansıması olan karakterler olduğu hissi çok baskın. Filmde anlatılanların gerçekten yaşandığına dair bir kanıt da mevcut değil.

Jane March & Tony Ka Fai Leung

Filmin sinematografisine imza atan Robert Fraisse, kurduğu görsel dille o bölgenin iklimine ve boğuculuğuna, aşk ve ter dolu sıcak yaz dönemine çok başarılı bir şekilde atıfta bulunuyor. Yaz aşklarının damakta kalan ve sonradan hep nostaljik bir hüzünle anılan o kekremsi tadını yansıtıyor yapım. Filmde terden rengi değişmiş elbiseleri, sıcak bir renk paleti şemsiyesi altında sık sık görmek mümkün. Buna ek olarak, filmde yoğun şekilde yaşanan cinselliğin izleyiciye verdiği duygu, filmdeki yaz yağmurunun varlığıyla ve kontrol edilemezliğiyle kuvvetlendiriliyor. Filmin insanı içine alan ve onu kendi serüvenine katan bir atmosferi mevcut. Öyle ki izleyici filmi izlerken sık sık sıcaktan bunalıyor ve yağan yağmurdan kaçası geliyor.

Lisa Faulkner & Jane March

“Bedenim Artık Beni Sevmeyeni İstemiyor”

Filmle alakalı olumsuz yönde eleştiriler de mevcut maalesef. Ya erotizmdeki duygunun yeterince verilemediğinden ya da sürükleyici olmadığından bahsedilmiş filmin, ancak bunların aksi yönünde yargıda bulunmak da mümkün tabii. İzleyicinin filmin içine girip giremediği pek çok farklı koşula bağlı ve oldukça da öznel bir durum fakat naçizane yorumumu katacak olursam L’Amant, çok eskiden beri tekrar tekrar izlediğim ve her izleyişimde beni o ülkenin boğucu havasına götüren, o parasızlığı ve sosyoekonomik dengesizliği tekrar tekrar hissettiren, kaybedilmiş bir aşkın çaresi olmayan hüznünü kalbe yerleştiren, ancak yine de kısa sürmüş bile olsa yaşanan o aşk ve heyecanla gelen yaşam sevincinin de mutlu edip gülümsettiği bir film olmuştur.  

Jane March

Bambaşka kültürlerden ve geçmişlerden gelen iki insanın, birbirini seviyor olmasına rağmen bu sevginin yetmemesi konusu daha önce de pek çok yapıtta işlenmiş bir konu. Ancak L’Amant’ı diğer yapıtlardan çok daha farklı kılan en önemli özelliklerden ikisi hem aşk acısını arabesk ve aşırı duygusal bir tonda yaşatmaması, hem de iki ana karakterin arasındaki ilişkinin aslında para üzerine kurulmuş olması. İki karakter aynı noktada ve aynı tensel hazda buluşabiliyor ve konuşmadan iletişim kurabiliyor olsa dahi, aralarındaki iletişim yatak odasının dışına çıktığı an birbirlerinin anladığı ve istediği dilden sevemiyor birbirini. Hatta sevdiğinin farkına bile varamıyor… Aynı zamanda insanların birbirlerini yanlış zamanlarda, birbirlerinden farklı ihtiyaçlara sahipken bulduğunu hatırlatıyor L’Amant.

Jane March & Tony Ka Fai Leung

Filmde bir aşk ilişkisi başlığı altında, yaşanan kültürel karmaşa ve sosyokültürel çekişme pek çok katmanda takip edilebiliyor. Buna ek olarak dönemin sömürge devletlerine tarihsel bir bakış atmak da mümkün. Bir yanda kendi ailesinin belirlediği, kendi ırkından olan bir kadınla evlenmek mecburiyetinde olan, bir garsoniyer açıp orada istediği kadınla birlikte olması oldukça normal görülen ve hatta ailesi tarafından bu durum finansal olarak da desteklenen, her zaman istediğini almaya alışmış bir adam var. Bir yandaysa bir Çinliyle, hem de evlenmek üzere olan ve kendisinden büyük bir Çinliyle para için birlikte olan ve maddi açıdan çok büyük sorunlar yaşayan, bir yandan da yaşı gereği hayatı ve belki de en çok cinselliği, bir kadın gibi sevilmeyi ve heyecanı merak eden genç bir kız var.

Jane March & Tony Ka Fai Leung

Adam kendi hislerini benimseyebiliyorken, genç kız kendisinin herhangi bir hisse sahip olup olmadığını bile anlayacak olgunluğa sahip değil. Onun bu arada kalmışlığı, kadınsı vücut hatlarıyla ancak bir çocuk gibi yarım yamalak sürülmüş kırmızı rujuyla temsil ediliyor. Kendisine hayatta kalması öğretilen, zorluklarla büyüyen ve yanında sadece “güçsüz” erkek kardeşiyle oldukça problemli ve baskıcı ağabeyi bulunan genç bir kız, bir erkeğin sevgisini zaten nasıl tanıyıp bilebilir ki? Tüm bunlara rağmen o garsoniyerin basık havasındaki ıslak çarşafların üzeri tüm bu olasılıksızlıkların ve bastırılmışlıkların döküldüğü bir yer haline geliyor. Aynı zamanda genç kızın odada her şeye rağmen canlı tutmaya çalıştığı bitki onun içinde belli belirsiz hissettiği gerçek sevginin de simgesi oluyor belki de.

Ece Mercan Yüksel

Bir Cevap Yazın