En az Hitchcock filmleri kadar karanlık, acımasız ve gölge oyunlarıyla aklınızı başınızdan alan 1946 yapımı The Strange Love of Martha Ivers (Martha Ivers’in Tuhaf Aşkı), masum maskelerinin altındaki tehlikeli sayılabilecek insan karakterlerini ince bir şekilde işleyen bir film. Başrollerini Martha karakteriyle Barbara Stanwyck, Sam karakteriyle Van Heflin ve Toni karakteriyle Lizabeth Scott’ın paylaştığı filmde Kirk Douglas, Judith Anderson ve Roman Bohnen gibi isimler de var. Film Noir türünün önemli temsilcilerinden olan yapım, bir Hitchcock filminin klişeleşmiş tüm özelliklerini taşıyor; tek farkı buradaki kadın karakterlerin ciddi anlamda Femme Fatale olarak çizilmeleri.

Hayat Bir Kumar
Martha karakteri diğer Film Noir türündeki filmlerde rastladığımız kadınlara benzemez. Aslında bu açıdan onun için türün öncü karakteri diyebiliriz. Geçmişin yaralarını taşıyan bu karakter, filmin en başında duygusal, zayıf, narin ve kırılgan bir yapıda gösterilirken zamanın onun üzerindeki etkisi kendisini soğuk, ciddi, duygudan yoksun ve acımasız bir karaktere dönüşmesine izin vermiştir. Aslında en başından beri aradan geçen zaman onu hiç sevmediği ve hatta nefret ettiği teyzesinin gölgesi altında bırakmıştır. Bu açıdan bakınca filmde sadece bir Martha değil, birbirinden farklı, aynı bedene sıkışmış iki Martha karakteri ile karşılaşıyoruz.

Filmin yönetmeni Lewis Milestone, The Strange Love of Martha Ivers filmiyle kadın karakterlerin hem dışavurumu hem de içsel bunalımlarıyla oyunlar oynamış. Filmdeki erkek karakterler başlangıçtan sona kadar tavırlarında ani değişimler olmamasına karşın filmin kadınları daima bir devinim halinde; hiçbir zaman güvenilir değiller. The Strange Love of Martha Ivers, çok iyi örülmüş bir kazak adeta; ancak kazağın dolaştığı tehlikeli eller onu çözmeye yetecek kadar güçlü.

Av ve Avcı Aynı Potada
Filmin başlangıcından beri izleyiciye hissettirilen gerginlik, film boyunca inişli çıkışlı bir yapı sergiliyor. Martha, Sam, Toni ve Walter arasında dönen karmaşık ilişkinin alevi Mrs. Ivers ve Mr. O’Neil ile atılmıştı. Ancak bu filmde kadınlar için çizilen Femme Fatale karakteri, kadınların zaman içinde yaşadıkları ve deneyimledikleri olumsuz unsurlardan sonra ortaya çıkar; bu kadınların doğduklarından beri femme fatale olduklarını söylemek yanlış olacaktır. Sinema tarihi boyunca diğer Femme Fatale karakter odaklı filmleri düşününce bu filmde karakterler arası bir ayrıma düşmemiz çok normal, ne de olsa hayatın gidişatı, karakterleri en çok etkileyen temel unsur.

Tüm bunlar çerçevesinde, yönetmenin daha 1940’larda, kadın karakterlerin kullanımıyla ilgili yenilikler getirdiğini söyleyebiliriz. O dönemde kullanılan kadın karakterler belli kalıplara sığdırılmışken bu filmde insanlıklarını kaybetme noktasına gelmelerine tanık oluyoruz. Ayrıca film boyunca kullanılan ışık ve gölgeler, karakterlerin ruhsal durumlarına göre bir çözümleme yapmamızı sağlar: Bize onların o anki ruh halleriyle ilgili ipuçları verir. Hitchcock filmlerinde gölge ve ışık oyunları izleyicinin tepkilerini etkiler veya yönlendirirken burada film boyunca sürekli değişim halinde olan karakterlerin tepkilerine eşlik eden, görsel düzlemde bazı teknik dokunuşlar görüyoruz.

Gerçek Arzuları Bulunmayan Femme Fatale’ler
Filmdeki karakterlerin resmettiği insanlar o kadar gerçekçi bir şekilde yansımıştır ki bundan ötürü filmin başlangıcından sonuna değin bizi sürükleyen bir hikâyeye kapılmak son derece kolay. Filmin iki saatlik süresini göz önüne alınca, yönetmenin daha ilk sekanstan itibaren yakaladığı karanlık enerjinin bizi filmin derinliklerinde bir seyahate çıkarttığını söylemek yerinde olacaktır. Filmi tematik olarak bazı bölümlere ayırma yoluna gittiğimizde ilk bölüm Martha Ivers’in doğuşu, ikinci bölüm Martha Ivers’in elinde olmadan gelişen olayların sonuçları ve son bölüm de gerçek bir arzusu bulunmayan, tamamen geçmişinde takılıp kalmış olan genç Martha Ivers’in ölümü olurdu.

The Strange Love of Martha Ivers ile bir büyüme hikayesine tanık olabilirsiniz; başlangıçta “büyümek” için sabırsızlanan ancak kendini büyüme yolunda acımasız, daracık sokaklarda bulan ve büyümesinin acısını bile ölüm gibi ağır bir son ile kavuşturan bir hikâye. Yarattığı karakterlerle başarılı bir kompozisyon çizen yönetmen bu filmde izleyiciye farklı tonlardaki karakterleri tek perde altında gösterir ve bu karakterlerin hepsinin de ya çözülmüş ya da çözüme açık olan karanlık bir yanı vardır.