Berlinale 2020 Söyleşileri: Claire DENIS ve Olivier ASSAYAS’dan Sektörel Tavsiyeler

Her sene birbirinden özel söyleşi seçkileriyle salonları tıka basa dolduran Berlin Uluslararası Film Festivali, 70. yaşını kutladığı 2020 yılında Claire Denis ve Olivier Assayas’ı konuk etti. Sinema dünyasının, bu hem gerçek hem de mecazi anlamda karanlık deneyimin perdelerini aralayan ikili, yaptıkları konuşmada birbirinden zengin başlıklara değindiler.

“Kendinize ‘Yola Nereden Başlamalıyım?’ diye Soruyorsanız Belki de Henüz Vaktiniz Gelmemiş Demektir”

İkili en çok sektörün zorluklarından ve bu zamana kadar sektörel olarak neler yaşadıklarına dair deneyimlerinden bahsederken, sinema dünyasına adım atmanın sorularla değil, daha çok eylemlerle şekillenebileceğine dikkat çekti. “Elbette deneyimlerin ve kendinizi geliştirmenin her yolunu kurcalamak önemli ancak sektörün tozlu yollarından geçerken biraz da şansa ihtiyacınız olabilir” diyen Denis, kendisinin bu sektöre girmeden önce sinema ile hiçbir alakası olmadığını ve ilgi alanının tamamen farklı bir yönde olduğunu belirtirken, bazen her şeyin kendiliğinden gerçekleştiğine vurgu yaptı.

Claire Denis ve Olivier Assayas Filmlerinde Kendilerini Ne Kadar Yansıtabiliyorlar?

Claire Denis’nin özellikle ilk dönem filmlerinin otobiyografik olduğunu biliyoruz, bu yüzden Olivier Assayas’a göre Claire Denis’nin, filmlerinde kendini bilinçli olarak ne kadar iyi yansıtabildiği sonucunu çıkartmak çok da zor değil. Öte yandan filmlerinde hiçbir zaman otobiyografik unsurlar kullanmadığını ifade eden Assayas, kendine ait olmayan hayatların içinden parçaları harmanlayıp sunmayı daha çok tercih ettiğini belirtti. 1994 yapımı Cold Water filmini ise diğer filmlerine göre daha kişisel hislerle çektiğini ekleyen Assayas, bu filminin açıkça otobiyografik unsurlar barındırdığını söyledi. Ayrıca Cold Water’ın, filmografisi içinde en önemli bulduğu, en sevdiği film olduğunu itiraf eden Assayas, hiçbir filminde anlatımın bu filmde olduğu kadar otobiyografik olmadığını da ekledi.

L’eau froide – Cold Water (1994)

Claire Denis ise otobiyografik unsurlara sahip filmlerinde kendisini bir kadın karakter yerine, erkek karakter olarak yansıttığını dile getirdi. Bunun sebebini sinemaya adım attığı dönemlerin başlangıcında tanıştığı birinin onun çok etkilemesine bağlarken aynı zamanda o kişi gibi olmak adına filmlerinde kendisini çoğunlukla o erkek karaktere öykünerek resmettiğini söyledi. Ardından annesi ve ailesiyle özel bir bağının bulunduğundan bahseden Denis, filmlerinde onları da yansıttığının altını çizerken, özellikle ilk filmlerinde her zaman kendisinden ve yaşamındaki belli olaylardan beslendiğini belirtti.

Özel Gösterim için Özel bir Tercih: Irma Vep

Yeni restore edilmiş olan Irma Vep, etkinlik eşliğinde izleyicilere izleme şansı tanınan film oldu. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin özel olarak bu filmi tercih etmesinde en büyük sebep hem filmin yeni restore edilmiş olması hem de Assayas’ın deyimiyle, olayın tam anlamıyla “sinema” ile ilgili olmasıydı. Yönetmene göre Irma Vep, sinemanın derin tarihini işliyordu ve bu film sayesinde sinemayı keşfetmek mümkündü. Film teorileriyle her zaman ilgili olan Assayas, bu filminin sanatsal sinema teorisiyle ilgili olduğuna dikkat çekti.

Irma Vep (Assayas, 1996)

Sinemaya Başlama Dönemleriyle İlgili ‘Keşke’leri Oldu mu?

Katılımcılardan gelen bu soruya Claire Denis, bize Vivarium’u hatırlatırcasına, “çukur kazmak” metaforuyla cevap verdi: “Bir çukuru kazmaya ya başlamışsınızdır ya da başlamamışsınızdır. Başladığınız an zaten en iyi andır ve bir kez çukur kazmaya başladıysanız bir daha o çukurun başından ayrılamazsınız. İşinizi tamamlamanız gerekir”. Kendi kendinize, yaptığınız işle ilgili bu tür çekince yüklü sorular soruyorsanız o işi yapma konusunda doğru kişi olmadığınız ihtimalini de kuvvetli bir şekilde değerlendirmeniz gerektiğini söyleyen Denis, bu tip yaratımlar için bu tarz soruların doğru bir yola işaret etmediğinin altını çizdi. Bir işi yapmaya giriştiyseniz, bunun aynı zamanda o işi hayatınızın daha erken dönemlerinde yapamayacağınız anlamına da geldiğini savunan Denis, yapılan işlerin ancak kişi hazır olduğunda başına geldiğini belirtti ve ekledi: “17 yaşlarımdayken sinemanın ‘s’sinden bile bihaberdim”. O yaşlarda daha çok müzik ile iç içe olduğunu söyleyen Denis, aynı zamanda insanı başarıya götüren işlerin, hayatın erken ya da geç döneminde gerçekleşmesinin kendisi açısından herhangi bir önem taşımadığının da altını çizdi.

Olivier Assayas ise aynı soruyu, kariyerinin başında (kısa filmler çektiği dönemde) kendisini tam da istediği olgunlukta gördüğünü söyleyerek cevaplamaya başladı. 24 yaşında “asıl filmlerine” başlamış olan Assayas, ilk yaptığı kısa filmini berbat bulsa da tüm çalışmalarının onu zamanla ulaşmak istediği olgunluğa yaklaştırdığını dile getirdi. O dönemlerde kendini uzun metraj film çekmek için yeterli görmeyen yönetmen, Cahiers du Cinéma dergisinde film eleştirmenliği yapmaya başladığını ve bu sayede birçok yönetmen, yapımcı ve film ekibiyle tanışma şansı yakaladığını ekliyor. Uzun metraj çekmeden önce tüm bu yaptıklarının bugünkü sinemasına büyük katkısı olduğunu belirtirken yönetmenin, tıpkı Claire Denis gibi, başlangıçta aklında hiçbir zaman sinemanın olmadığını, hatta ressam olmak istediğini öğreniyoruz. Üniversite eğitiminin ilk yıllarında grafik ve tasarım dersleri aldığını söyleyen Assayas, bunun da kendi film dilini bulması açısından önemli bir faktör olduğunu belirtse de asıl önemli olanın “yazabilmek” olduğuna vurgu yapıyor. Eğer 5 yıl boyunca Cahiers du Cinéma dergisinde yazarlığa soyunmasaydı şu an bulunduğu yerde olmasının güç olduğunun altını çiziyor.

“Yaptığınız Çalışmalara Her Zaman Sahip Çıkın!”

Claire Denis, sinema sektöründe bulunduğu tüm süre boyunca gözlemlediklerinden ve deneyimlerinden yola çıkarak, bir yönetmenin yaptığı her film için belli sorumluluklara sahip olduğunu belirtti. Assayas ise “günümüzde yaptığımız filmlerin Fransa’da çok ön plana çıktığı söylenemez” saptamasından sonra bazen izleyiciyle film arasında tamamen kopukluklar olabileceği ihtimali üzerine de durdu. Ardından Fransız Yeni Dalgası’ndan sonra Fransa’da yapılan hiçbir filmin o akımdaki filmler kadar değer ve ilgi görmediğinin altını çizdi.

Hem kendinin hem de Denis’nin çalışmalarının Amerika’da tanındığını ve orada Fransa’dakinden çok daha fazla ilgi gördüklerini söyleyen Assayas, kendi çalışmalarını temsil eden Amerikan dağıtım firmalarına ne kadar minnettar olduğunu söylemekten çekinmedi. Claire Denis ise bu konuda 2018 yapımı High Life filmi için yapımcı bulamadığından yakınırken, sektörde tanınmanın ve yer edinmenin her zaman güç olabileceğini ekledi. Ancak bununla bağlantılı olarak Denis, genç sinemacılara paranın hiçbir zaman film yapmak için önemli olmadığını, çok parayla iyi film çekmenin bir garantisi olmadığını vurgulayarak, insanların az parayla da film yapmakla ilgili sorumluluklarını yerine getirebileceğini belirtti.

Irma Vep filminin gösterimi öncesinde Akademie der Künste’de gerçekleşen yaklaşık 1 saatlik bu konferansın, hem sinefiller hem de sinema dünyasına yeni adım atacak ya da atmış olanlar için ufuk açıcı bir deneyim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın