Yönetmen Robert Eggers ve kardeşi Max Eggers tarafından yazılan, Robert Eggers tarafından ise yönetilen 2019 yapımı The Lighthouse, Hitchcock esintili bir film olarak karşımıza çıkıyor. Gotik edebiyatın öncülerinden Edgar Allan Poe‘nun son hikayesi ile adaş olan bu filmde kuzgunların yerini martılar alsa da delilik daimi olarak kendini koruyan bir durum olarak işlenmekte. Poe‘nun elyazması, hikâyenin 4 Ocak tarihli bölümünde son bulur. The Lighthouse da bize 4 Ocak ve sonrasını gösterir. Yarım kalan bir hikâyenin yarım kalan bir tamamlanma kaygısıdır bu siyah beyaz film.

Genel bir bakışla filmin temeli Thomas Wake (Willem Dafoe) ve Thomas Winslow (Robert Pattinson) isimli iki deniz feneri bekçisinin iktidar savaşı ile bu savaş sırasında gün yüzüne çıkan delilik halleri üzerine kuruludur. Deniz fenerinin ışığı Thomas‘ın tekelindedir ve Winslow ışığı adeta Yunan tanrısı Prometheus‘un ateşi çaldığı gibi ondan çalmak ister.
Mitolojik Altyapı
Prometheus, ateşi tanrılardan çalıp insanlara verdiği için zincire vurulmuş, düzene karşı gelmesinden dolayı bu cezaya mahkûm edilmiştir. Prometheus herhangi bir köle gibi “desmotes” yani zincire vurulmuş olsa da, işkencesinin kötülüğü zincire vurulması değil tanrı iken köle durumuna düşürülmesidir. Winslow karakteri de Thomas tarafından köle durumuna düşürülür. Bakıldığında Thomas’tan daha modern ve zeki bir kişiliğe sahip olan Winslow‘un köle durumuna düşürülerek hakaretlere maruz kalması canını sıkar çünkü içten içe o da Thomas‘tan daha iyi olduğunu bilmektedir. Bu yüzdendir ki fenerden sorumlu olanın neden kendisi olmadığı hakkında sorular yöneltir Thomas’a. Böylelikle iktidar savaşının ilk tohumu, iki erkeğin de egolarına ekilmiş olur.

Thomas, Eski Yunan’da Proteus isimli deniz ihtiyarı ile benzerlikler gösterir. Proteus‘un görevi bekçiliktir ve geçmişi, şimdiyi, geleceği görebildiği halde kimseyle paylaşmak istemez. Bu paylaşımdan uzak kişilik yapısı Thomas ile birebir uyuşmaktadır çünkü Thomas da deniz fenerinin ışığını Winslow‘a vermek istemez. Proteus için geçmiş, şimdi ve gelecek hakkındaki bilgileri ne değerdeyse Thomas için de o ışık, aynı değerdedir.
Film boyunca Thomas ile Winslow’un üstündeki Aziz Elmo Ateşi (St. Elmo’s Fire) hiç sönmez. Bir zamanlar denizciler için uğurlu olan fakat daha sonrasında neden olduğu felaketten dolayı denizcilerce uğursuz olduğuna inanılan bu ateşin tanımı genel olarak tıslama sesi ve mavi / mavimsi beyaz ışık şeklinde yapılır. Deniz fenerinden yayılan ve Winslow‘u çileden çıkartan bu ses, bir bakıma üzerlerindeki uğursuzluğun da habercisidir.

Isolation Insanity, Martı Göndergesi ve Çekim Teknikleri Üzerine
Isolation insanity (tecrit cinneti) durumuna örnek verilebilecek bir öyküye sahip film, bu izolasyondan dolayı ortaya çıkan sıkışmışlık ve bunalmışlık hissinin yansıtılabilmesi için 1.19:11 çerçeve oranı (aspect ratio) kullanılarak çekilmiş. Bütünlüklü olarak bakıldığında her şeyi bilen (fr. omniscient) anlatım kullanılmış gibi gözükse de filme aslında kısıtlanmış anlatım tekniği hakimdir. İki karakter üzerinden yürüyen öyküde ön planda olan ve her eyleminde yanında bulunduğumuz kişi Thomas Winslow’dur. Ortak mekanlarda buluşsalar dahi ortak mekâna gelmeden önce yaptığı işleri bildiğimiz kişi yine Winslow’dur.

Bu noktada mizanşat tekniğinden bahsetmek yerinde olacaktır. Mizanşat’ın (mise-en-shot) temel parametreleri ile mizansen (mise-en-scène) arasında güçlü bir etkileşim bulunur. Özellikle çekim ölçeği bağlamında mizanşat ile mizansenin sarsılmaz bir bağı vardır. Mizansene ait araçlara karakterler kadar önem verilmiştir. Martılar, deniz kızları (sirenler) ve deniz fenerinin ışığı, en az iki ana karakter kadar derinliğe sahip ögelerdir. Aziz Elmo Ateşinin Ephraim martıyı öldürdüğünde harlanması, önemli örneklerden bir tanesidir.

Thomas‘a göre martılar denizcilerin ruhlarını taşıyan hayvanlardır ve onlara zarar verilmesi büyük uğursuzluklar getirir. Son sekansta Prometheus‘un ciğerlerini yiyen kargalar gibi, Winslow‘un etlerini yiyen martıları görürüz. Martıların uğursuz olmaları onları öldürmekle mi yoksa martıların ruhlarını aldıkları denizcilerin günahları ile mi bağlantılıdır sorusu açık uçlu olarak bırakılmıştır. Asıl uğursuzluk aslında günahkâr bir denizcinin ruhunu alan martıyı öldürerek o günahkâr ruhu serbest bırakmaktır çünkü günahlara ev sahipliği yapan bir bedeni yok etmek Pandora‘nın kutusunu açmakla eş değerdir. Evsiz kalan günahkâr ruh, Pandora‘nın kutusunun içindeki negatif etmenler gibi hayatın her alanına sızmaktadır.

Deniz Kızları / Sirenler
Deniz kızları ögesi ise denizcilerin uzun süreler denizde kaldıklarında cinsel yoksunluk çektiklerinden dolayı gördükleri bir halüsinasyondan fazlası değildir. Bu yüzden Winslow bulduğu deniz kızı biblosu ile cinsel yoksunluğunu gidermeye çalışır. Fakat bu deniz kızının Sirenler ile bir benzerliği vardır ki o da sesi ile denizcileri büyüleyip daha sonrasında onları öldürmesidir. Filmdeki tek dişil öge olan deniz kızının Sirenler ile olan benzerliğinden dolayı iki erkeğin arasındaki iktidar mücadelesine karışıp ortalığı sakinleştirecek bir etkisi yoktur. Aksine işleri daha da karmaşık hale getirir. Robert Eggers filmi için şu yorumda bulunmuştur: “Dev bir penisin içinde iki erkek mahsur kaldığında, güzel şeyler olmaz”.

Deniz feneri ve deniz fenerinin ışığı bu iki erkek için iğdiş edilme karmaşası yaratır. Thomas ve Winslow çoğul bir iktidar yerine tekil bir iktidar arzusu içindedirler. Yüzyıllardır birbirleri ile çeşitli nedenlerden dolayı savaşan erkekler, mekân ve zaman fark etmeksizin yine birbirleri ile savaşır duruma gelirler. Fransız psikanalist Gérard Mendel‘e göre Prometheus’un zincire vurulması ve ciğerlerinin kargalara yedirilmesi babası Zeus tarafından Prometheus‘un iğdiş edilmesini temsil eder. Filmde her ne kadar Thomas mitolojik olarak Proteus‘u simgelese de öykünün özünde babaya isyan ve baba-oğul çatışması söz konusudur.

Schneider’in Hypnosis Tablosu
Alman ressam Sascha Schneider‘in eşcinsel altyapıdaki “Hypnosis” eserine göndermede bulunulan sekansta orijinal tablo ile arasında birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Homoerotic bir eser olarak görülen tabloda ışık hüzmesinin yüzüne vurduğu taraf çıplak haldedir. Fakat filmde çıplak olan ve gözlerinden ışık hüzmesi çıkan taraf Thomas‘tır. Bu şekilde görülen yeniden yaratımın nedeni ise Winslow‘un Thomas’a işlediği cinayeti anlattıktan sonra Thomas‘ın verdiği tepkidir.

Thomas, Winslow‘a üstten bakar çünkü cinayet olayı anlatıldıktan sonra Winslow’dan daha ahlaklı bir şahsiyet haline gelir. Bundan dolayı da Thomas, tablonun yeniden yaratımının yer aldığı sahnede Winslow’a ayakta bir şekilde yukardan bakmaktadır. Bu cinayet itirafından sonra da Ephraim olarak tanıdığımız Winslow‘un asıl isminin Thomas olduğunu öğreniriz. Böylece iki karakter aynı isim havuzunda beraberce eriyerek varlıklarının gerçekliğinden şüphe etmeye başlarlar. Kısacası iki erkeğin egoları birbiri içine yuvarlanır.

Jacques Lacan ve “Objet Petit a”
Winslow’u deliliğe sürükleyen bu arzunun temelinde yatan durumu Jacques Lacan‘ın “Jouissance” kavramı ile açıklamaya çalışabiliriz. Jouissance kavramı, cinsellikten çok uzakta var olan bir haz ve zevk duygulanımını ifade eder. Jouissance[1] özünde Frustration da barındırmaktadır. Doyumsal yoksunluk ortaya çıktığı zaman beraberinde ruhsal gerilim ve ruhsal kırılmayı da getirir. Bu frustration deneyiminden sonra ise jouissance bu deneyime dahil olarak acı ve hazzı bir arada yaşamayı sağlar. Tin çöküşe geçtiğinde, frustration ile yüzleştiğinde aynı zamanda jouissance ile iki zıt paradigmayı birbirine bağlar. Thomas Winslow deniz fenerinin ışığına ulaşmaya çalışırken tinsel bir frustration deneyimlediğinde bir bakıma bundan haz alarak jouissance olgusunu da yaşar. Ulaşmaya çalıştığı ışığın önemi her iki erkek için de yine Jacques Lacan‘ın üretmiş olduğu “Objet petit a” (aslında Fransızca’da yazılı dilde sadece “l’objet a” şeklinde geçer) ile tarif edilebilir.

Objet petit a, henüz babanın yasası ile tanışılmadan önceki, anneyle birlikte olunan bütünlüklü hali ifade eder. Dile geçiş yapmayan, yani aynada kendi öznel varlığından habersiz çocuk, anneyle kendisini bütünlüklü bir yapı olarak bilir. Ne zaman ki dile geçiş yapar, toplumsallığı anlar ve aynada kendisini görür o zaman babanın yasası ile tanışır. Bu tanışmadan sonra bütünlüklü yapı kırılır ve bu kırılma sayesinde çocuk anneden ayrı bir birey olduğunu fark eder. Bu farkındalıktan sonra ise tüm hayatı büyük A (autre / öteki) aramakla ve boşluğu doldurmakla geçer. Ulaşılamaz arzunun nesnesi olan objet petit a, Winslow için deniz fenerinin ışığıdır.

Babanın yasası yani Thomas Wake ile karşılaştıktan sonra kendini öteki olarak görmekten kaçınmak ister ve geri dönerek yine bütünlüklü yapıda yer alma arzusu içinde çırpınır. Thomas Wake için de deniz fenerinin ışığı objet petit a konumundadır ve bu ötekiyi Winslow‘a kaptırarak aslında ona ulaşmış olur. Çünkü objet petit a’ya ulaşmanın yolu onu öldürmekten geçer.
Sonuç
Edgar Allan Poe‘nun aynı isimli hikayesine geri dönersek hikayedeki 2 Ocak tarihli bölüm bir bakıma, jouissance kavramına adım atıldığını gösterir: “Bu günü, imkanı yok tarif edemeyeceğim bir tür vecd içinde geçirdim. Tek başıma olma tutkum bundan daha iyi ödüllendirilemezdi. Doyurulamazdı demiyorum, çünkü, bugün yaşadığım türden hazlara hiçbir zaman doyacağımı sanmıyorum.”

3 Ocak tarihli bölümde ise “Deniz fenerini keşfetme işine giriştim…” cümlesi yer alır. 4 Ocak tarihi ile yarım kalan bu hikâyenin yine yarım kalan devamı özelliğindeki The Lighthouse, eril gücün savaşını mitolojik ögeler ile harmanlayan psikanalitik bir yorumdan çok daha fazlasıdır. Poe‘nun ömrü belki o deniz fenerini keşfetmeye yetmemiş olabilir fakat Robert Eggers özelinde, deniz feneri devasa bir fallus ve babaya isyanın kalesi olarak keşfedilmeye çalışılmıştır.

Siyah ve beyazın arasında yer alan The Lighthouse, her ögesi ile izleyicinin zihninde birbirinden farklı fakat bir o kadar da birbirine bağlı renksel bir öteki arayışıdır. Ve bazen o ötekiyi bulduğumuz vakit, onu öldürerek ona sahip olmaya razı olmamız gerekir.
[1] Yazımızda geçen Jouissance (haz, öfori, mutluluk, hoşnutluk), Frustration (yılgınlık, hüsran, hayal kırıklığı) ve Objet petit a gibi kavramları orijinal Fransızca halleriyle kullandık. Bu terimlerin Türkçe karşılığını sağlama işini elbette psikoloji ve psikiyatri alanlarında çalışan uzmanlara, bilim insanlarına bırakmayı tercih ettik.

Bağlantılı yazılar: