Bu ay İKSV’nin şubat ayı seçkisinde ünlü Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder (1945-1982) ile ilgili biyografik bir yapım izleme imkânına eriştik. Filmi açmadan önce şüpheyle yaklaştım zira kendisinin filmlerini ne kadar beğenerek izlesem de yönetmenin oldukça toksik olan kendi yaşamıyla ilgili bir yapım izlemek isteyip istemediğimden emin olamadım. Sonuç olarak izlemiş bulundum tabii ve yapımı önceden yönetmen hakkında okumuş olduklarımı görselleştirmesi açısından başarılı buldum. Dolayısıyla filmin, konuyla ilgilenenler için faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Bu yazıda da biraz yapımın kendisi olan Enfant Terrible’den (Yaramaz Çocuk, 2020), biraz Fassbinder’in kendisinden bahsedecek, yapımda aklıma takılan noktaları sizlerle paylaşacağım. Öncelikle filmde Fassbinder’e ünlü Dark dizisinde Ulrich Nielsen karakterini canlandıran Oliver Masucci hayat vermiş. En başta bu durum biraz gülünç gelse de gözünüz alıştıkça Masucci’nin Fassbinder’ine de “ısınıyorsunuz”. Yönetmen muhtemelen bu biyografik yapımda onca trajedinin altındaki gülünçlüğü ve komediyi vermek istemiş, bunu da teatral bir dille aktarmış. Bu açıdan yapım tiyatro içinde bir tiyatro gibi bir nitelik kazanıyor gözlerde. Bu durum da o “gülünç olma” hâlini perçinliyor.


Trajediden Beslenen Yaratım
Önceden bilebileceğiniz üzere Fassbinder’in kariyeri önce tiyatro ile başlıyor. Akabinde kendisi pek çok kimyasalın da yardımıyla -ki bu kimyasallar daha sonra kendisini ölüme sürüklüyor- oldukça üretken bir sinema kariyeri sürdürüyor. Bu biyografik yapımda biz de kendisinin çeşitli filmlerini çekme sürecini, özel ilişkilerini ve birlikte bir komün hayatı yaşadığı “çalışanlarını” izliyoruz. Çalışanları yerine köleleri demek de mümkün zira kendisi hem sette hem de set dışında yanındaki insanlara oldukça kötü davranmasıyla biliniyor. Fassbinder’in nihayetinde bir kişilik bozukluğu olduğu çok açık. Amacımız burada tabii ki psikanalitik bir yazı yazmak değil zira işin uzmanı değiliz ancak ortada olan patolojik durum bu işin uzmanı olsak da olmasak da gözden kaçmayacak türden. Ne var ki buradaki temel sorun yalnızca Fassbinder’in böyle birisi olması değil, etraftakilerin de bu zehirli yapı sebebiyle ona bu denli bağlanmış olması ve ekonomik açıdan da ona bu kadar bağlı / bağımlı hâle gelmiş olmaları. Hâl böyle olunca ortaya “enkaz” denebilecek bir ilişkiler yumağı çıkmış maalesef.

Öncelikle biyografik yapımda yer alan Britta karakteri (Anton Rattinger), bildiğimiz üzere gerçek hayatta yok. Daha doğrusu gerçek hayattaki karşılığı aslen Fassbinder’in pek çok filminde yer alan Alman aktris Irm Hermann. Filmde bu karakteri neden oldukça yaşlı ve açıkça görülebildiği üzere erkek olan bir oyuncuya oynatmışlar, bu kısım pek açık değil. Ancak Britta’nın Irm Hermann’ı pek çok açıdan tasvir ettiği de açık. Kendisi Enfant Terrible’de gözden ilk düşürülenlerden oluyor ancak Fassbinder’i bırakamıyor. “Gülünç” bir duygusallığı ve Fassbinder’e karşı dinmek bilmeyen bir açlığı var. Filmlerinde rol almaya devam ediyor ancak Fassbinder artık onunla birlikte olmuyor.

Bu karakterin Irm Hermann olduğunu bana düşündürense filmde herkesin birlikte yemek yediği sahnede Fassbinder’in Britta’ya vejetaryen olduğu hâlde zorla et yedirmek istemesi ve eğer bunu yaparsa onunla o gece yatacağını söylemesi, ayrıca da onunla herkesin içinde dalga geçmesi. Hanna Schygulla’nın -kendisi Fassbinder’in pek çok filminde rol almış bir aktris- Irm Hermann ile ilgili tam da böyle bir anısı mevcut. Schygulla kendisini “hayatta kalanlardan” şeklinde tasvir etmekle birlikte, Fassbinder’in diğer kişilere karşı fazlasıyla istismarcı olduğunu dile getiriyor. Şöyle bir detay da vermek gerekir ki Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları (Die bitteren Tränen der Petra von Kant, 1972) filminde ana karakter Petra von Kant aslen Fassbinder’in kendisidir -aynı şekilde narsisist, problemli, sadist ve de istismar eden- ve evin “hizmetçisi” olan mazoşist Marlene rolü de Irm Hermann’a verilmiştir.

Tüm Yönleriyle Bir Yönetmen Portresi
Bu açıdan bakıldığında yönetmen istismar etmek bir yana, bunu yüze vurmaktan çekinmiyor gibi de görünüyor. Hermann’ın defalarca intihar etmeye çalışmış olması ve bildiğimiz kadarıyla da Fassbinder’in sevgililerinden en az üçünün intihar etmiş olması bir tesadüf olmasa gerek. Bu tarz özel durumlara ek olarak filmde Fassbinder’in kaotik çalışma ortamına da göz atma fırsatını buluyoruz. Dediğimiz gibi, Fassbinder birlikte çalıştığı kişilerle hep birlikte yaşamasıyla biliniyordu. Kendisine alkol ve düzenli uyuşturucuyla dolu bir “yaratıcı” çalışma ortamı kurmuş olmakla birlikte, bu dağınıklık filmde güzel bir biçimde yansıtılmış. Filmde Günther Kaufmann, El Hedi ben Salem ve Armin Meier gibi gerçek hayatta izdüşümleri olan insanları ve trajik akıbetlerini de izleyebiliyoruz.

Burada yapmak istediğimiz şey herhangi bir kişiyi kişisel hayatındaki çalkantılar nedeniyle yargılamak veya buna yorum yapma cüretinde bulunmak değil tabii ki. Ancak yine de insanlığa dair pek çok şeyin de yoruma açık olmayacak şekilde net olduğunu düşünüyor, buna dayanarak ve pek çok yakın tanığın da dediklerini baz alarak bu şekilde yorumlar yapabiliyoruz. Bu anlamda yönetmen Oskar Roehler’in bu yapımının başarılı olup olmadığı biraz sizin ne bulmak istediğinize, biraz da yönetmenin asıl amacına göre değişiyor. Roehler bu yapımıyla hâlen film okullarında konuşulan bir yönetmenin yalnızca bir biyografisini mi yapmak istedi ve siz bir izleyici olarak bu kaotik ve insana kendisini rahatsız hissettiren pek çok ana sahip hayatı merak ediyor musunuz, soru bu gibi durumlara göre farklı şekillerde yanıtlanabilir. Ancak görüşüm yapımın ilginç olduğu ve bir zamanlar Fassbinder’i araştırırken karşılaştığım metinlerin başarılı bir biçimde görselleştirildiği yönünde. Biyografik yapımlar genellikle ilgi çeker, bunun bir sebebi de ünlü yazarların, bilim insanlarının, aktrislerin vs. hayatlarını merak ediyor oluşumuz. Lâkin bu filmde gösterilen hayat herhangi bir “inişli-çıkışlı, klasik trajedilerle dolu” sıradan bir ünlü hayatı değil. O açıdan izleyici gerçekten de bunu merak eder mi, pek de emin değiliz.

Kimileri Fassbinder’in filmlerinin hak ettiklerinden az, kimileri de fazla sevildiğini düşünür. Bu kısım tabii kişiden kişiye değişebilecek bir şey ancak ben kişisel olarak filmlerinde gerçekten de insanlığa dair bir şeyler olduğunu ve tam adını koyamasak bile insana bir şeyler kattığını düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında böyle bir yönetmenin biyografisinin yapılması gerekiyordu belki de. Sonuç olarak Enfant Terrible oldukça renkli, kaotik, temposu düşmeyen ve aslında bir o kadar da dramatik bir yapım – “parodi” benzeri yapısına rağmen –.

Filmlerini izlediğimiz yönetmenlerin hayatlarını az da olsa bilmenin, hiç olmazsa genel kültür kategorisine girdiğini düşünen birisi olarak yapımı izlemenin faydalı olabileceğini düşünüyorum. Bunun dışında, yapım sizi çeşitli Fassbinder filmlerinin üzerinden geçmeye teşvik ediyorsa da ne âlâ. Sitemizde yukarıda sözünü ettiğim Hanna Schygulla’nın oynadığı filmlerden olan Bir Evliliğin Öyküsü (Die Ehe der Maria Braun, 1979) ile Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları filmlerinin eleştiri yazılarına ulaşabilirsiniz (yeni pencerede açılır). Keyifli seyirler ve de okumalar!
