Hong Kong’lu sinemacı Wong Kar-Wai‘nin Chungking Express (1994) filminin devamı niteliğinde kabul edilen 1995 yapımı Fallen Angels (Düşkün Melekler), Chungking Express ne kadar gündüz ise o kadar gecedir. Chungking Express‘ten aşina olduğumuz PC numarası 223 (Tony Chiu-Wai Leung) olan He Zhiwu (Takeshi Kaneshiro) karakterinin 223 numarasını bu hikayede mahkum numarası olarak görürüz. Tarihi geçmiş ananas yediği için konuşamayan He Zhiwu karakteri izleyiciye film boyunca “iletişim kurulmadan aşk olur mu?” sorusunu da sorar. Filmde Chungking Express‘in mekanları da kullanılır. PC 663’ün satın aldığı dükkanı bu yapımda He Zhiwu işletir ve Faye’nin (Faye Wong) dans ettiği yerlerde bu sefer He Zhiwu‘nun danslarını izleriz.

Karanlık ve kalabalık bir şehrin yalnız ve kalabalık karakterlerine odaklanan filmin genel yapısı da son derece kasvetlidir. Chungking Express’te PC 663’ün evi insan sirkülasyonunun en fazla olduğu bölgelerden biri olan havaalanı yakınında yer alırken bu sefer kiralık katil olan Wong Chi-Ming’in (Leon Lai) kaldığı ayakkabı kutusu büyüklüğündeki ev, bir tren istasyonunun yakınındadır. İnsanlara son derece yakın oldukları halde günlük hayat ile karakterlerin yalnızlığı arasında bir diyalektik kurar Wong Kar-Wai. Faye’nin PC 663‘ün evine her gün sızarak onun hayaleti ile gününü geçirirken bu sefer seri katil Wong Chi-Ming’in ajanı (Michelle Reis) onun evini her gün ziyaret ederek izlerini temizler. Faye aşık olduğu insanın izleri ile kendi izlerini birleştirip yeni bir hayat ve ev yaşamı kurarken Ajan’ın yaptığı tam tersi olarak aşık olduğu insanın izlerini silip ona daha temiz ve güvenilir bir yaşam sağlamak olur. Chi-Ming‘in çöplerini karıştırıp onun sıklıkla gittiği bardan, içtiği sigara markasına kadar en ince izlerini öğrenir ve ona daha çok bağlanır. Sildiği izleri kendi izleri haline getirir ve Faye gibi izlere sızmaktansa, o izleri zevkle üzerine giyer.

İkili ilişki içinde gördüğümüz ilk karakterler Wong Chi-Ming ile Ajan olur. Birbirlerini görmedikleri halde birbirlerine aşık olan bu iki karakterin birleşmesi bir parfümün kokusu sayesinde gerçekleşir. Wong Chi-Ming, Ajan’ı unutmak için Blondie (Karen Mok) isimli bir kadınla beraber olur ancak aklı her daim Ajan’da kalır. Kendisinin de belirttiği gibi aşklar hayatındaki vahalar haline gelir. Bir görünüp bir kaybolurlar. Bu bağlamda Blondie karakteri “hatırlanmak” üzerine sorgulamalar yapılmasını sağlar.

Fransız psikanalist Jacques Lacan‘a göre bir başkasını veya bir başkayı hatırlamak onu “anıtlaştırma”dır (memorialization). Nesnenin yok oluşuna dair öteki’nde simgesel bir kayıt bırakılmasını şart koşar. Russel Grigg, Hatırlamak ve Unutmak (Forgetting & Remembering – Mayıs 2016) isimli makalesinde şu sözleri geçirir; “[S]avım şu ki kaybedilmiş kişi kederlenmenin sonunda unutulmuş olmaz, anılmış [commemorated] olur.”

Sigmund Freud için yas kavramı nesnenin taşıdığı özellikleri bırakma, ondan arınma ve ondan ayrılmayı temsil eder ancak Lacan bunun tersini savunur. Lacan için yas kavramı nesnenin bilinçaltına itilip burada anıtlaştırılmasıdır ve bu şekilde o nesneden bir kopuş yaşanamaz. Lacan‘a göre, özellikle sevilen birinin kaybı ardından duyulan kederle, gerçek olanda bir delik açılır. Bu delik de iyileşemeyen ötekinin izi olarak varlığını sürekli olarak korur bundan dolayıdır ki en ufak bir psikolojik atıfta o nesneye geri dönüş yaşanır veya o nesne hakkında rüyalar görülür.

Blondie karakteri Lacan‘ın kavramına uygun olarak unutulmamak ve hatırlanmak ister. Adeta anıtlaştırılıp daimi olarak ötekinin benliğinde ikamet etme arzusu içindedir. Ancak Wong Chi-Ming, Freud‘un kavramına uygun bir şekilde nesnenin taşıdığı özelliklerden tamamen bir kopuş yaşayıp ondan uzaklaşma isteğindedir bu yüzdendir ki aşklar onun için birer vahadır ve hatırlanmak veya hatırlamak çok önemli olgular değildir.

Wong Chi-Ming yalnızca nesnelerden veya ötekiden değil hayattan da bir kopuş yaşar. Yaptığı mesleği başkaları onun adına karar verdiği için yapmaktadır. “İnsanların işleri benim için halletmesini seviyorum.” derken ölümüne bile başkaları karar vermektedir ve o ölümünü bile kendi belirleyemeyecek kadar tembeldir. “Kim ne zaman nerede ölecek… bunları hep başkaları planlıyor.” cümlesinden ise ne tür seçimler yaparsa yapsın başkalarının seçimleri ile kendi seçimleri çarpıştığı an başkalarının seçimlerinin üstünlük kuracağına inanmaktadır. Başkalarının kendi hayatı üzerinde hüküm vermesi onun için sorun değildir. Ta ki kendisi yara alana kadar. O zaman kendisini emekli etme düşüncesine girer fakat bu durumda aşık olduğu Ajan ile de iş ilişkisini bitirmesi gerekir. Ajan ile iş ilişkisini bitirirken onunla yeni bir hayat birlikteliği ilişkisine girebileceğini düşünmez ve bu yüzden Ajan’a en büyük hüznü yaşatır. Bu hüzün ardından Ajan ondan son bir iş yapmasını isteyerek kendini narsistik bir yara izi ile ömür boyu baş başa bırakır.

İkili ilişki içinde gördüğümüz ikinci karakterler He Zhiwu ve Charlie (Charlie Yeung) olur. Charlie eski sevgilisini unutmaya çalışan bir kadındır ve ağlayacak bir omuz olarak konuşmayan He Zhiwu’yu seçer. Bu seçim He Zhiwu için bir sorunun değil aksine bir aşkın başlangıcı olur ancak Charlie için zamanla işler biraz daha tersine döner. He Zhiwu Charlie’ye olan aşkından “ilk aşkım” olarak söz eder ancak tarihi geçmiş ananasları yediği zaman konuşma yetisini kaybetmesinde yine içinde bulunduğu aşkı sebep olmuştur. İnsan için aşık olduğu her insan ilk aşkıdır ve unutulmazdır. Tarihi geçmiş aşklar ve ilişkiler de He Zhiwu‘nun fiziksel olarak konuşma yetisini kaybetmesine neden olduğu gibi tinsel olarak da yüreğinin sessizleşmesine hatta zamanla kelimelerini kaybetmesine sebep olur.

İlk aşkı olan Charlie ile tekrar karşılaştığında yaralanıp ölen birisinin rolünü yapması aslında He Zhiwu’nun o anki duygularının bir dışavurumudur çünkü hatırlanmadığını fark eder. Daha sonrasında ise bir melankoli çağına geçiş yapar. “Melankolide yine aynı nesneden ayrılmayı başaramama haliyle karşılaşırız. Depresif işlev şu olguyla açıklanır: Ayrılıp itilmemiş nesne, ‘bir parça gerçek’ olarak (Lacan’ın ‘un bout de réel’ şeklinde nitelediği kavram) özneyi kendi tahribatı [ravages] karşısında açıkta ve savunmasız bırakır.” (Russell Grigg, Forgetting & Remembering, Mayıs 2016)

Wong Kar-Wai bu filminde de nesnelere yani ötekilere kişilik kazandırır. Chungking Express‘te gördüğümüz ev ve evin içerisinde yer alan her nesnenin kişileştirilmesi bu yapımda “Her dükkanın kendine ait duyguları vardır.” cümlesi ile karşımıza çıkar. Süren ve yaşayan hayatın içinde yaşayanların sadece bireyler olmadığını ve her bireyin karşılaştığı her insan ve her nesne ile bir iz alışverişinde bulunduğunu söylemeye çalışır Kar-Wai. Bu izlerin tamamı da hayatın bir krokisini oluşturur.
“Fotoğrafının çekilmesi ömrünü kısaltır derler.” der He Zhiwu. Peki insanların fotoğrafının çekilmesi yerine videoya alınmaları insan ömrünü nasıl etkiler?

Fransız düşünür Roland Barthes‘ın Camera Lucida eserinde söz ettiği punctum kavramı fotoğraftan çıkıp gönderilenin ruhuna saplanan sivri uçlu bir nesne görevi görür. Fotoğrafla ilgili kişiselleşen her şey punctum’dur. Gönderilenden ayrı olarak dikkat çeken her şey aynı şekilde punctum kavramını tanımlar. Analiz edilmeye çalışılmadan önce hissedilen ve bir yumruğa benzetilen şey punctum’dur ve ne zaman ki fotoğrafın analizi yapılmaya başlanır o zaman fotoğraf kişisel olmaktan çıkar ve studium kavramına adım atılır.

Fotoğraflar nesneleri ve nesnelerin sahip oldukları varlık enerjisini hapseder ve her hapsedilmede nesnelerin ruhlarını adeta ana sızarak çalar. Her punctum anında bu hapsedilme ve çalıntı tekrar tekrar yaşanır. Ancak videolar nesneleri hapsetmek yerine onlara her yeni oynatışta yeni yaşamlar kazandırır. Video her geri alındığında nesnenin varlığına yaşam süresi eklenirken her ileri alındığında eksilme yaşanmaz çünkü tekrar geriye dönülme şansı her daim saklı kalır. Fotoğraflarda nesneler sabit varlıkları ile hapsolurken videolarda nesneler varlıklarının hareket özgürlükleri ile hapsolmak yerine gelecekler için özgürleşirler. Bu yüzdendir ki He Zhiwu babasını (Man-Lei Chan) çektiği video kasetleri başa sararak sürekli olarak izler.

Wong Kar-Wai, In The Mood For Love filminde kullandığı düzlemsel kompozisyon tekniğinin karşıtı olan derinlemesine kompozisyon tekniğini sıklıkla kullanırken bunun yanına pan ve el kamerası kullanımını da katarak filmini daha deneysel bir hale getirir. Yansımalardan çokça yararlanarak gerçek hayattan uzaklaşma üzerinde de yoğunlaşır. In The Mood For Love filmi ile beraberlik sağlayan öge yağmurdur ve her iki filmde de yağmur karakterleri birbirlerine yakınlaştırır. İnsanlar sudan yaratılmıştır ve yağmur yağdığında yağmur damlaları kadar birbirlerine yakın olma meyli içinde olurlar.

Kışın her zamankinden daha erken geldiği bu filmde melankoli ile çevrelenmiş iki karakter – Ajan ve He Zhiwu – kimyasal ve boşluksal bir çekimle hikayeyi bitirmemeye karar verirler. Bu sayede kış her ne kadar erken gelmiş olsa da üşüyen bu iki karakter yavaş bir yanma ile yeni bir hikayenin başlangıcını sonda oluştururlar ve Wong Kar-Wai yine hayatın doğal bitmezliğini kamera aracılığı ile herkesle paylaşır.

Harikulade bir analiz teşekkürler