THINGS HEARD & SEEN: Hepimiz Evlerimizin İçinde Sıkıştık

2019 yılının sonundan beri bizimle birlikte varlığını sürdüren ve daha şimdiden ikinci yaşına doğru emin adımlarla ilerleyen Covid ile birlikte sinema dünyasının da yaratıcılık konusunda esnemeye gayret gösterdiğine tanık olduk, ne var ki son zamanlarda artık esnemeyi bırakarak karantina bağlamında belli üretimler yapmaya hız verdiğini görüyoruz. Bugünlerde Netflix platformunda “en çok izlenen 10 film” kategorisinde bulunan 2021 yapımı Things Heard & Seen (Netflix “Her Şey Yok Olur” adıyla sunmuş) bunun iyi örneklerinden biri. Virüs, dünyadaki koltuğuna sarılıp daha da yayıldıkça bilhassa gerilim ve psikolojik yapımlarda “ev”e dair çok daha fazla unsurla karşılaşmaya başladık. Elbette gerilim / korku türü için “ev” teması her zaman listede ilk üçe rahatlıkla girer ancak içinde bulunduğumuz dönemin bir gerekliliği olarak fiziki olarak hayatımızın neredeyse tamamını evlerimizde geçirirken bunun üzerine nefes almak için ziyaretine gittiğimiz filmlerde de bu durumla karşılaşmak, yani bir nevi bir evden başka bir eve geçiş yapmak bizi pek de bulunduğumuz noktadan çok daha farklı, hayal edilebilmesi yüksek mertebelere çıkartmıyor.

Öte yandan filmin başrollerinde yer alan Amanda Seyfried’in 2020 yapımı You Should Have Left adlı filmde de neredeyse benzer bir karakter yapısıyla karşımıza çıkması ironik. Keza You Should Have Left filminde de başka bir “ev” kabusunu yaşamıştık. Oradaki kâbus, Things Heard & Seen’e göre daha düşünsel temelliydi. Things Heard & Seen, hem soyut hem de somut olarak “aydınlık” ve “karanlık” ilişkisine son derece takıntılı olan ve birbirine zıt bu iki kavram arasında kendisine denge bulmaya çalışırken ayağı yanlışlıkla kayanlardan.

The Amityville Horror Mirasına Hâlâ Sadığız

Yazar Elizabeth Brundage’ın All Things Cease to Appear adlı kitabından uyarlanan Things Heard & Seen, James Norton’un canlandırmış olduğu George Claire karakteriyle filmin ilk ve ikinci planından sona değin, 1979 yapımı kült korku filmi The Amityville Horror’daki George Lutz (James Brolin) karakterini anımsatıyor. Öte yandan filmdeki anlatı hiçbir zaman izleyiciden bir şey saklamıyor. Öyle ki gizemin kendisini çözmek için aklımızda soru işaretleri alevlenmeden önce filmin yönetmenleri Shari Springer Berman ve Robert Pulcini bazı şeyleri açık etmekten kaçınmıyor. Her iki yönetmenin de filmografisinde elle tutulabilir bir korku / gerilim yapımı bulunmuyor. Belki de Things Heard & Seen filmindeki gerilimin arada kalmışlığı buna işaret ediyordur.

The Amityville Horror’da neredeyse gerilim noktalarına ulaşmak tamamen karakterlerin pasif yanlarına kalmışken Things Heard & Seen’de George Claire’in aktif hilekârlığı anlatının olabildiğince onun direksiyonunda olduğunu gösteriyor. Bu da filmde aslında “ev” konusunun derinliğini ikinci plana atıyor. Bu bakımdan 120 dakikalık bu filmi iki farklı bölüme ayırarak izleyebileceğimiz aşikar. İlk bölümde ileride ortaya çıkabilecek tüm sorunları “ev”in kendisine yüklemeye hazırken, hatta bu klişeye kendimizi derinden kaptırmışken ikinci bölüm Hitchcock filmleri tarzında trajik bir gerilimi beraberinde getiriyor. Hatta benzerlikleri şu şekilde sıralayabiliriz, sırasıyla The Man Who Knew Too Much (1934), The Lady Vanishes (1938) ve Rope (1948). Hitchcock’un bu filmleri Things Heard & Seen’in ikinci yarısında direksiyonun başına George Claire’in geçmesiyle daha da açığa kavuşuyor.

Gizem Evlerde mi Yoksa Evliliklerde mi?

Ev ve evlilik konusu birbiriyle bağdaştırılabilir önemli alt kategorileri besliyor. Film başladığı andan itibaren Catherine Claire (Amanda Seyfried) ile George Claire’in evliliklerinin oldukça normal düzeyde ilerlediğini görüyoruz. Hatta bundan eminiz çünkü bir de çocukları var. Aklımıza hemen bu kadar yıl beraber olmalarından sonra birbirlerini çok iyi tanımış olacakları fikirleri üşüşüyor. Ancak ilginçtir ki taşındıkları andan itibaren, yeni evlenmiş bir çift misali birbirlerini tanıma aşamasındalar gibi bir hisse kapılıyoruz. İzleyici olarak bu iki karakteri oturduğumuz yerden bizler yeni tanımaya başlıyoruz elbette ancak karakterlerin kendi içlerinde böyle bir sorunsalı beslemeleri ve bizimle birlikte kendilerini tanımaya başlamaları bir noktada rahatsız edici.

Bu şekilde anlatının içinde çözümlenmeyi bekleyen diğer unsurlar bir süre rafa kaldırılırken dikkatimiz doğrudan karakterlerin kimliklerine ve birbirleri için ne ifade ettiklerine evriliyor. Bu durum izleyici olarak bizim her şeyi zihnimizde tekrardan inşa etmemize neden oluyor ki George Claire’in neden bu denli önemli bir karakter olduğunu ancak filmin ikinci yarısında anlayabiliyoruz. Bu karakterin üzerine yüklenmiş olan nitelikler belki de içinden iyi bir hikâye çıkabilecek olan “ev” konusunu ikinci plana itiyor. Dolayısıyla başlangıçta zihnimize koşturan tüm ihtimaller de ikinci plana atılmış oluyor ve filmin ikinci yarısıyla yeni bir filme geçiş yapmış gibi oluyoruz. Bu anlamda Things Heard & Seen için içinde iki kitaplık bir gerilim serisini barındırdığını söyleyebiliriz.

Félix Ziem Kayığında Dante’nin Lanetli Dalgalarına Karşı

Filmde resim sanatına dair birçok gönderme var. Doğrusunu söylemek gerekirse Fransız ressam Félix Ziem üzerine doğrudan bir gönderme olmasa da özellikle filmin sonundaki George Claire’in Dante’nin Cehennem’inin kapısını çaldığı, dalgalarla boğuştuğu, kayığındaki o tekil hali doğrudan Félix Ziem’in tablolarından fırlamış gibiydi. Hatta yine filmde adı geçmeyen ama izlerken akıllara takılan Tiziano Vecellio tabloları da yine filmdeki görünmez referanslar altında anılabilir. Things Heard & Seen bu anlamda da hiçbir şeyi sıfırdan inşa etmiyor, hemen her şeyin üzerine tıpkı George Claire gibi oturmayı planlıyor ve bunu da çok iyi bir şekilde yapıyor. Öyle ki filmin anlatısı Pandora’nın Kutusu’nu açmaması gerektiğini çok iyi biliyor ve bunu bildiği için de açmıyor. Film bu derece kendi içinde tedbirli ve hiçbir şekilde belli sınırların dışına çıkmıyor. Ondaki bu sınır kıramama durumu ise kısır bir anlatı döngüsü doğuruyor.

Gustave Doré, Inferno (Dante Alighieri)

Süs Olsun Diye Kullanılan Emanuel Swedenborg Sembolü

Tamamı Latince olarak yazılmış olan Emanuel Swedenborg’un Heaven and Hell adlı kitabı sürekli olarak bazı bağlantılar eşliğinde karşımıza çıkıyor. Hatta filmin ilk sahnesinde yine doğrudan kendisine gönderme var ancak hiçbir zaman ne izleyici ne de bireysel merak sahibi insanlar olarak bu düşünürün dünyasına veya onun kitabına derinlemesine bir uçuş gerçekleştiremiyoruz. Onun kitabının varlığı filmde her zaman bir reklam modeli olarak aralarda karşımıza çıkıyor. Kitabın orijinal adı “De Caelo Et Ejus Mirabilibus Et De Inferno: Ex Auditis Et Visis…”, haliyle Things Heard & Seen (“ex auditis et visis”) ismi bu anlamda anlamlı kılınsa da filmde içerik olarak Cennet ve Cehennem kavramlarının görsel ve düşünsel yönüne dair sadece yüzeysel göndermeler var. Filmin son sahnelerinde İngiliz ressam J. M. W. Turner’ın aynı tondaki çalışmalarını andıran karelere rastlamak mümkün. Ayrıca George Claire’in kayığa binmiş hali doğrudan Charon’un kayığını akıllara getirirken bu yolculukta mitolojinin aksine tek başına olması ise filmdeki öznel dışavurumun (tercihin) bir örneği.

J.M.W. Turner (Slavers Throwing Overboard The Dead and Dying)

Filmin zihnimizde uyandırdığı çok sayıda imgeyi düşününce referansların sonunun pek mümkün olmadığı aşikar. Ancak yine bazı temel göndermeleri açığa vurmak gerekirse yine İngiliz ressam John Martin’in The Destruction of Pompeii and Herculaneum adlı eserindeki atmosferi yine George Claire’in kayığa atlayıp kendi yoluna doğru ilerlediği noktada fark etmek mümkün. Ölüm ve yaşam yansımalarını bu tabloda da bir sorunsal olarak görmek mümkün. Hatta bunu başlangıç ve bitiş sirkülasyonu olarak algılamak da abartı olmaz.

John Martin (The Destruction of Pompei and Herculaneum)

Musallat Olan Korkunç Güzel Istırap

Things Heard & Seen filmini ölüme dair yapılan bir güzelleme olarak da yorumlayabiliriz. Filmin sanatın birçok dalından beslenmiş olması ölüme dair olan ıstırabı daha da güzelleştirmiş ancak bunu yaparken gerilim eşiği her zaman bu boyutun altında ezilmiş. Burada sanat gündelik yaşamın, hayatın bir aksesuarı gibi değil, daha çok hayat, sanatın bir aksesuarı olarak kullanılmakta. Bu açıdan filmin hafızamızdaki tablolara yaptığı göndermeleri küçük bir çizelgeye not edelim.

Düşlediğim İnsanlar O Evde Yaşamalı

Modernizmin önemli temsilcilerinden ve kendi çalışmalarından akım da yaratmış olan Grant Wood’un American Gothic adlı eserini filmin sonunda evin zamanında asıl sahiplerini gördüğümüz anda hatırlayabiliriz. Eser, gerçek bir evin sahip olduğundan çok daha belirgin olması yönünde bir arzu içinde. Her ne kadar tabloda en önde iki karakteri görmüş olsak da tablonun asıl öznesi doğrudan eve gider. Ressam için de burası kendine özgü bir yuvaydı. Eser ruhunu ev ile özdeştirdiği noktada karakterlerin ön plana çıkmasına izin verdi. Biz de Things Heard & Seen’de ev ile durumları özdeştirinceye kadar ana karakterlerin ve ev ile bağlantılı olayların güç kazanmasına izin verdik.

Filmde her öğede bir anlam yatıyor. İlk sahnelerdeki resim çalışmalarından gerçek görselliğe doğrudan aktarılmamız da bununla bağlantılı. Bütün sanatsal göndermeleri bir kenara bırakmaya çalışsak bile, filmi izlerken hepimizin ressam George Inness’in The Valley of the Shadow of Death adlı eserindeki (aşağıda) yolculuğa çıktığımız aşikâr. Bu yolculuğun bileti de Floyd DeBeers’in (usta oyuncu F. Murray Abraham) George Claire’e hediyesiyle birlikte kesiliyor.

Burcu Meltem Tohum

İlki Inness’in eseri, ikincisi ise filmden bir kare (bariz olsa da notumuzu düşelim).

Bir Cevap Yazın