1991 yılında Steve Barnett tarafından çekilen, başrollerinde Evil Dead serisinden tanıdığımız Bruce Campbell ile Marta Alicia‘nın rol aldığı ve birkaç gösterim dışında neredeyse doğrudan video kaset dünyasında varlık göstermeye başlayan Mindwarp / Brain Slasher hakkında, gösterime girdiği dönemde söylenenler arasında, ne yazık ki suçlamalar ilk sıradaydı. Mad Max’in dünyasını andırıyor olması, Total Recall’dan (1990) bazı sahneler almış olması gibi. Bu ikincisinde hemen duralım, çünkü Mindwarp’un çekimleri tamamlandığında, Total Recall halen çekim aşamasındaydı! Ancak Mindwarp’un gösterime girmesi çok uzun sürdüğü için, Total Recall’dan sonra çekildiği gibi bir izlenim oluşmuş, biraz Browning’in Dracula’sı (1931) ile Dreyer’in Vampyr’i (1932) arasındaki ilişki gibi.

Ayrıca bu “etkilenme” iddiaları dile getirilirken Total Recall’un bir “başyapıt” gibi sunulması da gözlerden kaçmıyor. Ne var ki kişisel olarak her zaman keyifle izlesem de, Total Recall bir başyapıt olmaktan, meşhur atmosfer sahnesiyle de bilim kurgu şaheseri olmaktan kilometrelerce uzak. İki film arasında derinlik veya felsefi duruş kıstası aranacaksa, Mindwarp her ikisinde de kesinlikle önde. Mad Max konusu ise sadece gülünç, zira 1980’lerde çekilip de Mad Max üçlemesinden (1979-1985) faydalanmayan distopik bir film göstermek hiç de kolay değil. Hatta bu saptamayı günümüze dek uzatabiliriz.

2037’de, nükleer savaş sonrası tamamen yerle bir olmuş bir dünyada, insanlığın neredeyse tamamen yeryüzünden silindiği bir gelecekte geçen Mindwarp’un açılışındaki kısa tanım tek kelimeyle harika: “Aptallık, kaos, zulüm, acı. En korkunç kabustan bile daha beter bir başarısızlık: Gerçeklik. Düzeltmek mümkün değildi, sadece bir tek şey yapılabilirdi: Kaçmak. Infinisynth: fanteziden daha fantastik, gerçeklikten daha da gerçek. (…) Infinisynth: Sizin gerçekliğiniz”. John Brancato ve Michael Ferris tarafından yazılan senaryo kesinlikle döneminin ilerisinde. Ferris ayrıca The Net (1995), The Game (1997), Terminator 3 (2003) ve Surrogates (2009) gibi filmlerin senaryosunu da yazmış, bilim kurgu türünde önemli bir isim. Özellikle The Game’in senaryosundaki iç içe geçmiş yapıyı hatırlayalım. Kısacası Ferris’in, özgün ve yeni fikirler yaratırken Total Recall’a veya Mad Max’e ihtiyacı yok.

Mindwarp’u Total Recall, Welcome to the Blood City (1977) veya Tron (1982) gibi filmlerin önüne geçiren bir diğer unsur da, az önce saydıklarımız gibi sadece aksiyon temelli olmaması. Bitişiyle de, konunun işlenişiyle de daha çok Fassbinder’in World on a Wire’ını hatırlatıyor. İnsan zihninin bir bilgisayar arayüzünde “hayat bulması” konusunu ana ekseni olarak belirleyen Mindwarp, yer verdiği aksiyonu da sadece sorduğu soruya cevap vermekte bir araç olarak kullanıyor. Yoksa Indiana Jones filmlerinde olduğu gibi, “aksiyon için aksiyon” düsturu benimsenmiş değil. Öte yandan aksiyon sahnelerinde kullanılan efektler ve kuklalar, makyajlar da son derece kaliteli, eleştirmen Joe Leydon’ın dediği gibi “filmin son derece düşük bir bütçeyle çekilmiş olduğunu belli eder nitelikte” değiller kesinlikle. Mindwarp’un ABD’de pek yaygınlaşmama sebebi biraz da filmdeki sınıf savaşı olsa gerek, birçok Titanic filminde olduğu gibi, Mindwarp’un yoksullar ve zenginler arasında yaptığı keskin ayrım kimsenin hoşuna gitmemiş. Gerçeklerin böyle bir etkisi var doğal olarak.

Fangoria
Yazımızın başlığında dediğimiz gibi ilk kez 1979’da trimestriel olarak yayımlanmaya başlayan Fangoria dergisi, korku sineması söz konusu olduğunda öncü bir yayın. İlk sayısı “fantasy” türüne adanmış olsa da, sonraki sayılarda gittikçe korku türüne ve adındaki “gore” alt türüne daha da yaklaşacak olan dergi, 1980 yılının Ağustos ayında yayınlanan 7. sayısıyla, tamamen korku türüne adanmış bir dergi olarak yayın hayatına hızla devam edecektir. Öncü bir dergi dedik çünkü o yıllarda özellikle ABD’de korku sinemasına ayrılmış başka bir dergi bulunmuyor, bazı fanzinler olsa bile yaygın olarak dağıtılmıyor, kitlelerce okunmuyorlar.

Fangoria ise korku türünde eser veren yönetmenlerle yaptığı, internet öncesi dönemde başka hiçbir yerde bulunamayacak röportajlarla dikkat çekerken, kimsenin ele almadığı az bilinen korku filmleri üzerine eleştiri yazıları yazmasıyla ayrı bir noktada oldu hep. Sonrasında korku severlere özel etkinlikler düzenlemeye başlayan dergi, kendi adıyla (Fangoria Chainsaw Awards) dağıttığı bir ödülün de sahibi. Asıl dönüm noktası ise, derginin artık film çekmeye başlaması oldu! Mindwarp da, Fangoria prodüksiyonu olarak çekilen ilk film. Ne yazık ki dergi toplamda sadece üç film çekebildi, diğer ikisi Children of the Night (1991) ile Severed Ties (1992).

John Ford’un “Stagecoach” (Posta Arabası, 1939) filmini 40 defa izledikten sonra Yurttaş Kane’i (1941) çeken Orson Welles ile yönetmenlerin yönelttiği “bizi hep eleştiriyorsun, kolaysa sen film çek” sözüne karşılık olarak 400 Darbe’yi çeken ve herkesi susturan Truffaut örneklerini aklımıza getiriyor Fangoria’nın bir noktada kendi filmlerini çekmeye başlaması. Ne var ki hem ekonomik hem de etik nedenlerden ötürü bu “yan endüstri” çok devam edemedi. Basılı medyanın 2010’larda yaşadığı internet krizi (nam-ı diğer “internet varken neden kağıttan okuyayım?” krizi) nedeniyle zor bir dönemden geçen Fangoria, 2017’de dergi yayınına nokta koysa da 2019’da tekrar yayımlanmaya başlar. 1979-2017 arasında ve 2019’dan itibaren de halen yılda dört sayı şeklinde yayında olan bu güçlü dergi, korku türünün en önemli yapıtaşları arasında. Bu arada derginin ilk sayılarını bu adreste ücretsiz olarak okuyabileceğinizi de hatırlatalım.

Sonuç olarak Strange Days (1995), Virtuosity (1995), The Thirteenth Floor (1999) ve Matrix (1999) gibi filmlerin, görsellik başta olmak üzere birçok şey borçlu olduğu Mindwarp, kesinlikle seyirciyi sanal gerçeklik üzerine düşündürebilen, insanlığın geleceği ile ilgili de yerinde sorular sorabilen bir yapım. Sinema sanatının en iyi örnekleri arasında yer almasa da, B-film veya VHS cehennemi içinde kaybolmayı da kesinlikle hak etmeyen bir film. Özellikle bilimkurgu sevenlere tavsiye edilir.
