En iyi olma dürtüsü kişiyi biçimlendiren aracılar arasında yerini alınca mükemmele yaklaşma yolunda başkalarının varlığı yüksek dozda uyarıcı görevi üstlenebilir. Bu, ne türden bir zorunluluk olursa olsun o kişiyi; sevdiğini sandığı kişilerin mezarını veya daha da önemlisi kendisininkini taşımaya itebilir. Bireyin daha önce pek tanımadığı, kendisinin en iyi ve rakipsiz versiyonu gardını almış biçimde bellekte sinsice beklerken, kendine temas eden herkesin üzerine kör edici pelerinini örtüyor. Harry Gardner (Finn Wittrock) bu anlamda kendisinin, “kendi kendine bulduğu” en iyi kurbanı. Yıkıcı bir mükemmelliğin peşinde olan Gardner kontrolü elinde tuttuğunu düşünürken, daha önce örmüş olduğu ağların içine düşüyor.

Ryan Murphy ve Brad Falchuk ikilisine göre dışarıdan genel anlamda üzücü gözükebilecek bu durumun kendisi, başlı başına kişinin kendi cennetine ulaşması için bir bilet. Sadece iyi olmanın tutarsız ve zamansız değeri hiç para etmezken fırtına kokusuna alışmamış burunlar, direklerini kırmak için birer birer sıraya girmiş durumda. Bölüme adını veren Thirst (Susuzluk / Susama) bir yandan arzunun, istemenin en ete bürünmüş halini temsil ederken diğer yandan da sezonun, 7. bölümden itibaren başlayacak olan Death Valley kısmına da gönderme yapıyor. Salt çıplak bir bedenin güzelliği bu noktada, tenselliğe duyulan arzu yerine ortaya çıkan bu tanımlanamayan enerjinin en doğal engeli gibidir.

Doğallık Değişti, Artık Yeni Doğallık; Yapaylık
Bölümün henüz açılış sahnesinde kendimizi bir duş kabininin içinde buluyoruz. Doğallığa ulaşma yolunda temizlik eylemini tercih eden anlatı burada içine damlalarını akıtan kötücül kirliliğin su gibi doğal bir yolla temizlenemeyeceğine gönderme yapıyor. Görünürde pis sayılabilecek tüm kalıntılar Alma Gardner’ın (Ryan Kiera Armstrong) üzerinden annesi Doris Gardner (Lily Rabe) aracılığıyla temizlenirken Alma’nın içindeki yapaylık çoktan doğallıktan payını almaya başlar. Bir nevi doğal, organik olan ile beslenen yapaylık, uçsuz bucaksız bedenin her yerine zamanla sızar. Onu doğal ile yapay arasında ayırt edilemez kılan en büyük unsur bu zamansallıktır. Bu nedenle Gardner ailesinin kendisini hastanede bulduğu andan itibaren organik olan beslenme biçimlerine yönelmeleri yine bu yapaylığın yeni formuna aittir. Karakterler arasında sürekli gidip gelen baskı türlerinin halleri, özgürlük kavramını ölçmemiz konusunda en iyi rehberdir.

Vaat Edilmiş Eylemin Sonsuz Bekletilişi
Elle tutulamayan huzuru medenileştirmek, cilalanmış masanın üzerine en kabul gören örtüyü sermek ve tüm mekânı anlatısı baştan sona yalan olan bir güzellikle donatmak kaçmak konusunda dizginleyemediğimiz atlara taştan yapılmış şekerler sunmak gibi. Harry’nin sürekli olarak gidiş / yer değiştirme eylemini ötelemesi; özgürlük çemberini yıkmada ve özgürlüğü bekleyen öznenin kendini yem haline getirmesinde kusursuz bir rol oynuyor. Zaman kişisel beklenti dürtüleri etrafında bekletildikçe kendi halinde akıp giden hapsedilmiş zamanın yoğunluğu büyük yıkım için kapıda bekliyor. Bölüm boyunca Harry ve Alma’nın yaratıcılık yolunda açlıkla tıkanan boğazları, hıçkırıklarla boğuluyor. Anî duygu geçişleri aracılığıyla görünmez bir bariyer ören bu hıçkırık, kendini hatırlattığı her anda, onu taşıyan bedenin bireysel açlığını daha fazla harekete geçiriyor.

Tatmamaya Yeminli Olan Toklar
Double Feature anlatısına artık telefonla değil, bizzat destek veren Ursula Khan (Leslie Grossman), yalancı açların temsilcisi olma yolunda. Cehennemin kapılarını içeriden titreten bu karakterin gizli hüznü ölü bir gökyüzünden ibaret. Öte yandan Belle Noir / Sarah Cunningham (Frances Conroy) ve Austin Sommers (Evan Peters) ile olan belirgin sürtüşmesi de, var olan cehennemi yok edip onun kırıntılarından kendininkini yaratma açlığını ortaya çıkarıyor. Ursula’nın açlığı doğal sayılabilecek dünyanın güç çatışmasına ilişkin iken, yapay açlığı yenen bir performans sergilediği de aşikar. Ursula, diğerleri gibi yaratıcılık ve üretme hastalığına kapılmadığından onun arzuladığı mükemmellik hissinin insan zihninde yaratmış olduğu bir bağımlılık söz konusu değil. O, buna yaklaşmanın tehlikesini deneyimlemeden hissedebilen bir gözlemci. Oysa Harry, Alma, Belle ve Austin mükemmellik hissinin bağımlılığına takılmış kayıp ruhlar. Mükemmelliğin ya da en iyi olma eyleminin sonuçları ve kazandırdıklarıyla ilgilenmiyorlar, onlar sadece kusursuzluk özleminin vücut bulmuş hastalıklarını temsil ediyor. Bu da serinin jeneriğinde sıklıkla gönderme yapılan salt bağımlılığa dair mesaj taşımakta.

Camları Titreten Bu Rüzgarlar Değil
Her bir karakter evden çıkarken geride bıraktığı şeyden uzaklaştığını düşünüyor ancak bu sanılanın aksine tam olarak gitmek sayılmıyor. Belki her şey tamamen “gitmek” eylemine dokunuyor, yine de hiçbir fiil bu eylemin kendisiyle yüzleşmiyor. Bölüme yakışan en güzel gidiş ise amir Burleson’unki (Adina Porter) oluyor. Kusursuzluk özlemi nedeniyle şiddetli arzu duymak en huzurlu evin dahi camlarını titreten düzeyde. Thirst bölümünde açlığını en iyi kontrol edebilen ise ilginç bir şekilde Mickey (Macaulay Culkin) oluyor.

Ursula’nın yapmak istediği bir gösterinin tek ve en iyi elemanı olarak çalışıyor. Özne olarak kendi arzuları olan Mickey’i yapmakta olduğuyla değil de yapmış olduklarıyla tanıyoruz. Onun mükemmelliği şimdiki zamana değil aksine geçmişe dayanıyor. Dolayısıyla durumu Harry’den hayli farklı. Amaç aldığımız hapları midemizde patlatmaksa, bunun duyguların tüm anatomisi kullanılarak yapıldığı oldukça açık. Özlemin düşünce haline dönüşmeden önce enerjinin kapılardan salınması bizi yapay özgürlüğün en özel sahiline götürüyor. Ölüm taşıyıcıları olan Holden Vaughn (Denis O’Hare) ve kimyager (Angelica Ross) ise bölümün en basit panzehirleriydi.
