MEN: Seçilmiş Huzursuzluğun Pitoresk Hikaye Anlatımı

Alex Garland’ın yönetmenliğinde fazlasıyla pastoral çerçevelere maruz kalmış olan Men (Adamlar, 2022) kuşkusuz yılın en çok beklenen filmleri arasında. Yönetmenin Ex Machina (2014) ve Annihilation (2018) filmlerinden sonra üçüncü uzun metrajı olarak karşımıza çıkan Men, donuk bir kırgınlığın peşinden sürüklenen ve onu gizemli bir ava dönüştüren bireysel ıstırabı damıtma eylemini, doğa ile buluşturan bir film. Annihilation filmindeki görsel estetiği anımsatan çekim yasalarını uygulayan Garland’ı 28 Days Later… (2002), Never Let Me Go (2010) ve Dredd (2012) filmlerinin yazar koltuğundan da hatırlayabiliriz. Pitoresk olanın aldatıcı “rahatlığını, huzurunu” tam anlamıyla ondan sonsuza değin vazgeçmek adına satışa çıkaran Men’in atmosferi, kurgusu ve anlatısının ritmik özellikleri gerçek ile gerçek dışı arasındaki dönüm noktalarını birer birer hatırlatıyor.

Rory Kinnear & Jessie Buckley

İnsan Figürleri Ardındaki İmgeler

Geoffrey (Rory Kinnear) karakterini, film boyunca birçok rahatsız edici insan figürleri ardındaki fenomenolojik varlık olarak görebiliriz. Onun bireysel olarak yansıtmış olduğu bu durum, korkunun yansıtılabilmesi için birden fazla çehreye ihtiyaç duyulmamasına işaret ediyor. Bu anlamda “korku” bir fiil olarak çehrenin perdelerine sığınmış oluyor. Bu da Geoffrey karakterini bir anlamda izole ediyor. Onun sergilemesi zorunlu olduğu özyapısını tek tiple sınırlandırıyor. Dolayısıyla Harper (Jessie Buckley) karakterinin yolculuğu anlatımda belli sıkışmalar yaşıyor ancak her iki karakterin de taşımış olduğu alegori tabanı Men’i güçlü kılmayı başaran önemli bir dışavurum. Sıkışmışlığı kendi içinde defalarca tekrarlayan bir bedenin kurbanı olan Geoffrey, fiziksel durumunun özel halini ilk olarak farklı bireyler etrafında yansıtırken daha sonra Harper’ın bir noktadan sonra bastıramadığı duygu durumunun kendisine teslim olarak bedensel değişimin hipnotize edici yanlarını kullanıyor. Anımsanmaya özgü tasarlanmış olan Geoffrey karakteri Harper’ın belleğindeki duygu tonlarıyla her buluşmasında, olayların geçtiği mekânlara yönelik renk geçişleri de kendini gösteriyor. Daha önce Annihilation filminde benzer görsel bir deneyim yaşadığımız bu durum, Men filminde yerini tamamen doğanın baskın olan renklerine bırakıyor.

Jessie Buckley

Gotik Bir Partenogenezin[i] Özgün Boşluğu

Hayvanlarda ve bitkilerde, döllenme gerçekleşmediği halde gelişip kendinden bir tane daha üretebiliyor olma durumu veyahut eşeysiz üreme de diyebileceğimiz durumun farklı bir modellemesini de yansıtan Men, varlığın salt, basit dışlanmasını kendi öznesi üzerinden mümkün kılıyor. Bu modelleme Geoffrey üzerinden gerçekleşirken aynı durumun içsel buhranı ise Harper karakterinde toplanıyor. Kendi kendini doğurabilmenin ve defalarca kez bu doğumu takiben ölüme zaman tanımadan (bu aşamada doğma eylemi hem doğum hem de ölüm ile eşdeğer) bireysel varoluşunu ve varoluşun mükerrer yapısını korumak adına ölüm halini benimseyen ikili anlara tanık oluyoruz. Cinslerin bu türden birbiriyle olan dolambaçlı hali bir anlamda alışıldık bir portre çizerken diğer taraftan izleyiciye motifleri bir araya getirmek için zaman tanıyor. Bu da bazı sekansların yinelenmeleriyle beraber geliyor.

Jessie Buckley. “Cennet Bahçesi’nden koparılan yasak meyve” göndermesi filmde o kadar açık bir şekilde kullanılıyor ki bir sahnede Kinnear’ın canlandırdığı karakter bile yasak meyve ile ilgili espri yapıyor.

Archive 81 (2022) gibi önemli bir dizinin ve yine Garland’a ait Ex Machina (2014) ile Annihilation (2018) filmlerinin bestecisi olan Geoff Barrow filmin müziklerine hayat verirken daha önce aynı yapımlarda beraber çalıştığı müzisyen Ben Salisbury ise, Robin Hardy’nin The Wicker Man (1973) filminin esintilerini anımsatıyor. Men’in tedirgin edici ve “huzursuz huzurlu” yapısı zenginliğini kendisine eşlik eden bu tınılarda buluyor. Böylece filmin başlangıcından itibaren kendimizi bir ritüeli gerçek kılmak adına yolculuğa çıkmış gibi hissediyoruz. Ancak bu ritüel, eylemlerini içsel buhranlarından aldığı için yer yer sessiz çığlıklar eşliğinde gerçekleşmiş oluyor. O noktada Geoff Barrow ve Ben Salisbury’nin varlıklarını çok daha net fark edebiliyoruz.

Rory Kinnear

Sıcak Tenin Üzerindeki Gözyaşları

Alex Garland’ın doğanın renklerine dayadığı yapı, arka planını şehrin kendisine doğru yasladığı esnada gün batımını andıran sıcak renklerle haşır neşir oluyoruz. Bu bir anlamda karakterler arasında patlayan duygu durumlarını da sarıp sarmalayan görsel detaylar arasında sayılabilir. Harper’ın James (Paapa Essiedu) ile olan sahnelerinde zaten hali hazırda ateşten kavrulan bedenlerin üzerindeki gözyaşlarının tadına varabiliyoruz. Hassas bir anlamda şiddetli eylemlerin her defasında görsel olarak sıcak renklerle döşenmiş olması filmi “şiddet” alanından söküp çıkaran önemli göstergelerden biri. Böylelikle bedenler kendilerini gerçekleştirirken varolmanın da devamlılığını unutturuyorlar. Bedenlerin oyunu olduğu gibi yankıların oyunu da Men’in “tedirginlik” teması altında kullandığı yumuşak ancak keskin bir yaklaşım. Yankının zamansal bağlamdaki kayganlığını da düşünecek olursak bir tünelin içinde sesin defalarca kendimize dönüşünü ümitli bir şekilde beklemek zaman-uzay metaforunun da dolduruluş biçimi adeta. Öte yandan tünelin mekânsal olarak konumlanışı karakterler arası ayna görevi görürken, fiziksel varlığı sorgulatıcı.

Paapa Essiedu

Bir Etkinlik Olarak Korkuyu Arzulamak

Süptil beden kullanımı olarak Harper ile Geoffrey’nin sürekli olarak belli noktalarda buluşuyor olması “korku”nun da cinsiyetini yaratmaya çalışan bir kurguyu açığa çıkarıyor. Her ne kadar karakter çerçevesinde korkunun yerleştirilmiş olduğu beden eril olanı temsil etse de eylemsel olarak dişilin özelliklerine sahip eril bir bedenin nötr yönde bir cinsiyetin de doğuşuna hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Bu durum mekânsal ve fiziksel enerjilerin her defasında birbiriyle buluşmasına neden olduğundan, kaçınılmaz bir saklambacın oyun dışı kuralı olarak havada asılı kalıyor. Böylece filmin ismine yönelik de maskelenmiş bir tablo ile karşılaşıyoruz. Mecazi olarak bir “yaratık, canavar” oluşturulurken en nadide duygulardan beslenen varoluş biçimi birbirine aidiyetin kimliğini oluşturuyor. Bu şekilde gerçek ile gerçek dışı olanın çizgisi belirginleşiyor, film de kendi üzerinden okuma yapılmasına bu anlamda kolaylık sağlıyor. Filmin atmosferinde etkin olarak varlığını hissettiren sanatsal vurgular A24 estetiğini koruyan türden bir yapıya sahip. Beden korkusu dışavurumu üzerinden korkunun en salt halleriyle flört etme hali Men’de karşımıza sıklıkla çıkmakla birlikte güncel ve kalıtsal olan endişeleri de besliyor. Sonuç olarak en ilkel korkularla güncel olanlar el ele tutuşmuş oluyor. Spesifik bir kadrajlama tekniği ve yer yer statik çekimler aracılığıyla Harper’ın ıstırabına tanıklık ettiğimiz Men, cinsiyetsiz bir korkunun kurbanı rolünde rahatsızlık maskesini takıyor.

Burcu Meltem Tohum


[i] “Partenogenez” ya da “Parthenogenesis”, döllenmesiz (eşeysiz) üreme olarak tanımlanabilir. Vikipedi: Gerek bitkilerde, gerek hayvanlarda döllenmemiş bir dişi gametin gelişip yeni bir birey meydana getirmesine denir. (sayfa ziyaret tarihi: 27 Haziran 2022)

Bir Cevap Yazın