BRAM STOKER’S DRACULA: Vampir Temasına Hollywood Dokunuşu

Vampirler, sinema tarihinin defalarca kullanılmış nihai temalarından biri. F.W. Murnau’nun Nosferatu’sundan (1922) günümüz Twilight serisine (2008-2012) kadar vampir teması bir bakıma sömürüldü ve yüzlerce farklı vampir yorumu ortaya çıktı. Bu yorumların büyük çoğunluğunun Bram Stoker tarafından 1897’de kaleme alınan Dracula romanına dayanıyor oluşu yönetmen ve senaristleri engellemedi ve aynı eserden çeşit çeşit tiplemeler, hikâyeler ve durumlar ortaya çıktı. Tüm bu vampir külliyatının arasında Apocalypse Now (1979) ve The Godfather (1972) gibi filmlerle sinema dünyasına adını altın harflerle kazımış Francis Ford Coppola’nın yönetmen koltuğunda oturduğu ve James V. Hart’ın senaryosunu yazdığı Bram Stoker’s Dracula (1992), gerek oyuncu kadrosundaki Gary Oldman, Winona Ryder, Anthony Hopkins ve Keanu Reeves gibi isimler sayesinde gerekse Oscar döneminden üç ödülle ayrılmış olması sayesinde parladı ve geniş kitlelerce sevildi. Bram Stoker’ın “Dracula” uyarlamaları arasında önemli bir yere sahip olan film hem bir uyarlama olarak hem de kendi başına incelenmeyi hak eden bir yapım. Bram Stoker’s Dracula yardımı ile vampir teması hakkında bilgi sahibi olurken aynı zamanda Hollywood’un vampirleri evrimleştirme sürecine tanıklık etmek mümkün.

Keanu Reeves & Cary Elwes

Hristiyanlık ve Kont Dracula

Hem Bram Stoker’ın kaleme aldığı romanda hem de Coppola’nın yönettiği uyarlamada Dracula hikâyesi ile Hristiyanlık inancı arasında bir köprü kurmak mümkün. Lakin bu köprü pozitif bir yansımadan çok negatif bir eleştiri niteliğinde. Herkesin bilebileceği gibi klasik vampir anlatılarında vampirlerin zayıf noktaları arasında haç sembolü veya kutsal su gibi birçok dini motif bulunmakta. Bram Stoker’s Dracula’da bu motifler dışında birçok farklı açıdan Dracula’nın Hristiyanlık ve İsa Mesih ile ilişkisi konu ediliyor ve bu bağlantı eleştiriliyor. Jonathan (Keanu Reeves) karakterinin Transilvanya’ya gidişinde onu karşılayan Kont Dracula (Gary Oldman), Jonathan’a asla şarap içmeyeceğini söylüyor. Hristiyanlıkta kutsal olan şarap, İsa’nın kanını simgeler. Bu sebeple Dracula’nın özellikle şarap içmeyi reddetmesi aslında İsa ve takipçilerine bir çeşit başkaldırı niteliğinde.

Sadie Frost & Winona Ryder

Bir diğer dini motif ise Dracula’nın Jonathan’ı üstüne basa basa evine davet etmesi. Abraham Van Helsing’in (Anthony Hopkins) de aynı şekilde Dracula tarafından davet edilmediğini vurgulaması davet etme veya edilme durumunun Bram Stoker’s Dracula için önem taşıdığını gösteriyor. Hristiyan inancında Tanrı, tüm Hristiyanları ona inanmaya davet etmiş ve aynı şekilde kutsal ışığının onların içine girebilmesi için de davet / rıza istemiştir. İncil’in Matta 11:28-30 kısmında “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm. Boyunduruğumu yüklenin, benden öğrenin. Çünkü ben yumuşak huylu, alçakgönüllüyüm” deniyor oluşu da bu inanışı gösteriyor. Dracula’nın davet edilmeden bir yere girememesi, Hristiyan inanışının rolünü gösteriyor. Dracula ne kadar güçlü olursa olsun insanların davetine muhtaç oluşu, inancın gücüne kuvvetli bir ışık tutuyor.

Gary Oldman

Filmin başında Dracula’nın tanrıya karşı gelme ve lanetlenme hikâyesi de doğal olarak birçok dini motif barındırıyor. Lakin bu motifler diğerlerinden farklı olarak tarihi göndermeler de içeriyor. Dracula’nın henüz inançlı bir askerken dahil olduğu The Order of the Dragon kendini Hristiyan olmayan milletlerle savaşmaya adamış kutsal bir topluluk. Hatta Vlad the Dracula’nın anlamı da Ejderha çocuğu Vlad. Filmde adı geçen bu topluluğun tarihsel süreçte gerçekten var olmuş olması ve Dracula’nın bu topluluk için önemli bir yerde bulunuyor oluşu Bram Stoker’s Dracula hikâyesini dini açıdan gönderme ve sembollerle dolu bir konuma taşıyor. Hristiyan düşmanı bir antagonist ve Hristiyan protagonist göz önünde bulundurulduğunda Dracula hikâyesinin, bir çeşit misyonerlik görevi yürüttüğünü söylemek dahi mümkün. Lakin bu görevin ne kadarını kitap ne kadarını film yapıyor, bunu ilk bakışta kestirmek gerçekten de güç.

Gelinler: Michaela Bercu, Florina Kendrick ve Monica Bellucci.

Bram Stoker’s Dracula?

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Coppola’nın yönettiği Dracula uyarlaması Bram Stoker’ın aynı isimli romanına dayanıyor. Bir uyarlama olduğunu kesin olarak belirtmek isteyen Coppola ise filmin adını “Bram Stoker’ın Draculası” şeklinde koyarak orijinal hikâye ile olan bağını sıkı tutmaya çalışıyor. Peki bu gerçekten doğru mu? Bram Stoker’s Dracula filmi aslında “Francis Ford Coppola’s Dracula” olabilir mi? Her ne kadar film oldukça klasik bir vampir anlatısı sunsa da kitabı okumamış bir kişinin gözüne batmayacak birçok farklılık içeriyor. Bu farklılıklar arasında en çok dikkat çeken, Dracula’nın doğuş hikâyesi. Filmin başında yer alan ve Kont Dracula’nın nasıl lanetlendiğini aktaran kısım aslında orijinal hikâyede yok.

Winona Ryder & Gary Oldman

Elisabeta (Winona Ryder) ile Dracula arasındaki aşk, Dracula’nın Osmanlılar ile savaşıyor oluşu ve Elisabeta’nın intiharına dayanamayarak tanrıya karşı gelmesini içeren sekans tamamıyla James V. Hart ile Coppola tarafından ekleniyor ve Dracula’ya bir köken hikayesi sağlanıyor. Bu hikâyedeki Dracula’nın esin kaynağı ise Kazıklı Voyvoda, Vlad Dracula veya III. Vlad olarak bilinen Eflak Prensi. Coppola’nın eklediği hikâye tarihsel açıdan Kazıklı Voyvoda’dan ciddi şekilde besleniyor. Bu giriş kısmını asıl önemli kılan ise Bram Stoker’ın da 19. yüzyılda Dracula romanını kaleme alırken aynı tarihsel figürden beslenmiş olması. Bu durumdan haberdar olan Coppola ve James V. Hart, Stoker’ın aktarmaya başladığı tarihsel figürün hikâyesini genişleterek “Bram Stoker’s Dracula” şeklinde seyirciye aktarıyor. Coppola hem Dracula karakterine bir geçmiş veriyor, hem dini motifleri arttırıyor hem de tüm bunları Stoker’ın muhtemelen onaylayacağı bir kaynağı baz alarak yapıyor.

Elisabeta ve Mina karakterlerine hayat veren Winona Ryder.

Stoker’ın Dracula eserine dahil etmediği fakat Coppola’nın tercih ettiği bir diğer element ise Kont Dracula ile Mina (Winona Ryder) arasındaki aşk. Filmin olay örgüsünde büyük yer kaplayan aşk dinamikleri, kitapta yer almıyor. Bu tercih, Dracula’nın karakter eğrisinde büyük bir değişikliğe sebep oluyor. Dracula aşk sayesinde affediliyor ve huzura eriyor. Aslında tamamen kötü olarak yaratılmış karakter, Coppola’nın yorumunda biraz da olsa grileşiyor ve kötü olmasının sebebi bir amaca bağlanıyor. Bu tercihin asıl sebebi ise tabii ki Hollywood.

Gary Oldman & Keanu Reeves

Hollywood yapımcılarının aşk dinamikleri olmadan film yapmayı reddediyor oluşu Bram Stoker’s Dracula’yı da etkiliyor ve karşımıza aşık bir Kont çıkmış oluyor. İlk Dracula uyarlaması olan Nosferatu’nun resmettiği tamamen kötü vampir tiplemesi Coppola aracılığıyla bir nebze daha insanileşiyor ve karakter bir motif kazanırken aynı zamanda şeytani, soğuk ve korkunç resmedilişinden ödün vermek zorunda kalıyor. Yine de Bram Stoker’s Dracula ile Nosferatu arasında gözle görülür benzerlikler de mevcut.

Winona Ryder

Alman Ekspresyonizmi ve Nosferatu

Coppola her ne kadar kendi sanatsal tercihleri ile Stoker’ın eserini harmanlamış olsa da Nosferatu’nun vampir resmedilişinin de Coppola üzerinde önemli bir etkisi olduğu tartışılmaz. Gerçekçi tasvirden kopuk, gölgeler ile katmanlandırılmış, bilinçli olarak ve oran ve orantıdan uzak duran Alman dışavurumculuğunun çok iyi bir örneği olan Nosferatu, bu özelliklerin çoğunu Bram Stoker’s Dracula ile paylaşıyor. Jonathan, Kont’un malikanesine giderken görülen kırmızı gökyüzü ve ortaya çıkan devasa gözler, Dracula’nın gölgelerindeki hikâye anlatımı, sert ışıklandırma ile oluşturulan chiaroscuro (ışık gölge) zıtlığı, plastik makyaj ve karanlık tonların hakimiyeti ile Bram Stoker’s Dracula, Alman dışavurumculuğunun Amerikan sinemasına bir çeşit yansıması niteliğinde. Her ne kadar bunu Nosferatu kadar sert ve göz önünde yapmıyor olsa da Bram Stoker’s Dracula, Nosferatu’nun başlattığı vampir resmine selam veriyor ve onu içtenlikle kabul ediyor.

Gary Oldman & Keanu Reeves

Bram Stoker’s Dracula sinemadaki vampir uyarlamaları arasında önemli bir yere sahip ve bu önemin en büyük sebebi, kendini konumlandırdığı orta nokta. Bram Stoker’ın romanındaki dini motiflerle oluşturulan Hristiyanlık misyonerliği, Coppola ile orta bir noktaya alınıyor. Hristiyan düşmanı aşık Kont Dracula affediliyor ve huzura kavuşuyor. Nosferatu ile resmedilen korkunç vampir tiplemesi Bram Stoker’s Dracula’da çok daha insancıl tiplemeler ile değiştiriliyor. Vampir korkunç olduğu kadar insani ve karizmatik dış görünüşü ile orta bir noktaya çekiliyor. Filmin, vampir anlatısını çektiği bu orta nokta ise modern vampir işlenişlerini mümkün kılıyor. Dracula’yı korkunç bir anti-Hristiyan’dan, affedilmiş bir karizmatik kişiliğe dönüştürüyor ve bu da vampirleri bir adım olsun iyileştiren ilk girişimlerden biri oluyor. Günümüzün, Twilight’da resmedildiği gibi modern, iyi görünümlü ve iyi kalpli vampirleri Bram Stoker’s Dracula sayesinde mi var? Bunun cevabını zamana bırakıyoruz.

Adnan Şahin

Vampir teması etrafındaki tüm film analizleri için buraya veya yukarıdaki görsele tıklayın.

Bir Cevap Yazın