Stephen King‘in oğlu Joseph Hillstrom King’in (Joe Hill) aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanan The Black Phone’un (Siyah Telefon, 2021) yönetmen koltuğunda The Exorcism of Emily Rose (2005), Sinister (2012) ve Doctor Strange (2016) gibi filmlerin yönetmenliğini üstlenen Scott Derrickson bulunmakta. The Black Phone’un Sinister ile olan benzerliği ve görsel izdüşümleri filmin başından sonuna dek en çok dikkat çeken unsurlar arasında. Bir bakıma her iki filmin de birbiri için çift ayna görevini üstlendiğini söyleyebiliriz. Ethan Hawke’ın görsel yansımasını her iki filmde de benzer tonlarda görmek mümkün. Bu durum, her ne kadar uyarlama olsa da filmin biçimsel olarak değişmez bağlılıklarını ortak bir çatı altında topluyor. Buna ek olarak The Black Phone’daki kasabanın görsel alt tabanının ölümcül bir atmosfer yansıtıyor olmasını da yine Sinister ile olan yakın ilişkisine bağlayabiliriz. Hawke dışında James Ransone’u da her iki filmin ortak oyuncusu olarak not düşelim.

Farklı Sesler Arasında Sıkışıp Kalmış Bir Çift Kulak
The Black Phone, görsel yapıdaki estetik güzelliğini izleyiciye 70’lerin havasını solutarak yaratırken, diğer yandan bir dönem korku filmlerinin çokça beslendiği sihirbaz profilini de skalasına ekliyor. Aynı zamanda sekans oyunlarıyla mevcut anlatısını iki parçaya bölüyor ve böylece ikinci anlatıyı ilki üzerinden zihin oyunu yapmak için kullanıyor. Film bu yönüyle yer yer The Silence of the Lambs (1991) ve Scream (1996) filmlerini akla getiriyor. Gaspçı karakterini canlandıran Ethan Hawke’ın oynadığı bu karakterin gerçek adını film boyunca bilmiyoruz. Finney (Mason Thames) ile Gaspçı arasında geçen diyaloglar ise, bu iki karakterin zamansal olarak içsel bir boyuta geçmiş olduklarına dair ipuçları taşıyor. Gaspçı’nın Finney ile ilk zamanlarda bodrum katında geçen diyalogları, protagonist karakterin antagonistin yanından geçmediğini kanıtlar nitelikte. Bu şekilde The Black Phone’un The Lovely Bones (2009) tarzında bir hikâye akışına sahip olmadığını söyleyebiliriz. Senaryosunda klasik anlatımını takip ederken sadece bir karakter üzerinden içe bakış kompozisyonu çizen Scott Derrickson,filmin müzik dilinde senkronizasyon ile belli belirsiz oynayarak filme psikolojik bir derinlik kazandırıyor.

Nefes Alan Telefonun Odayı İnleten Fısıltıları
Filmde karakterler arası kompozisyona dayalı iletişimin en önemli aracı olarak kullanılan siyah telefon anlatının tüm sarmallarını tek noktada toparlamamızı sağlıyor. Bu şekilde Gaspçı ile Finney arasındaki bağlantının düğümlerini atabiliyoruz. Ayrıca Gaspçı ile Finney karakterini tek karakter çatısı altında toplayabilmemizi sağlayan bir diğer gösterge, sorunlu baba figürü olan Terrence’in (Jeremy Davies) çocuklarını “kemerle dövme” eylemi yer alıyor. Gaspçı’nın da cezalandırma yöntemi olarak aynı nesneyi, kemeri kullanması kompozisyon boyunca çeşitli ipuçlarının etrafa serpiştirildiğini gösterebilir. Joe Hill’in Gaspçı figürü için Palyaço tiplemesinden esinlenmesi izleyiciye doğrudan Stephen King‘in It (1986) romanındaki Pennywise karakterini hatırlatabilir. Hill verdiği bir röportajda The Black Phone’u yazarken Gaspçı karakterini tamamen Palyaço olarak çizdiğini ancak kısa öyküsünün son halinde onu Gaspçı / Sihirbaz olarak bıraktığını belirtiyor. Ayrıca filmde oyunculuk performansı açısından dikkat çeken Madeleine McGraw, hayat verdiği Gwen karakteri ile It’de yer alan Georgie karakterini anımsatıyor.

Birden Fazla Sesin Aradığı Ortak Yardım Çağrısı
Scott Derrickson’ın bir anlamda tek bir karaktere yoğunlaşarak anlatıyı yoruma açık bırakması ve izleyiciye Gaspçı’nın Finney üzerinden hayat hikâyesini ve kişiliğinin oluşum süreçlerini göstermesi, The Black Phone’u tutarlı kılan en önemli gerilim noktalarından. Filmin içerik kısmı kapalı kompozisyon biçimiyle şeklini bulurken diğer yandan filmin ritmik kompozisyonunun da, John Carpenter ile olan benzerliği sayesinde zenginleştiğini söyleyebiliriz. Öte yandan mekânsal düzlem de bu benzerliğe eşlik ediyor. Aynı evin izdüşümlerinin iki farklı açıdan kullanımı ve “ölüm” – “canlılık” teması arasında mekik dokuyan bulmaca çözme durumu, The Black Phone’un temelde birkaç farklı yoruma açık olduğunu gösteriyor. Bu da Gwen ve Gaspçı karakterlerinin arka planda kalan asıl hikâyelerinde boşluklar meydana getiriyor. Maske kullanımının muğlak nedeni ve telepatik güçlerin işleyişinin açıkta kalması, filmin kompozisyonundan zaman çalarken izleyicinin zihninde karakterler arası muhtemel bağlantı fikirlerini harekete geçirebiliyor. Sinister’da kullanılan kasetlerin rüya evrenindeki boyutları, The Black Phone’u sıklıkla ziyaret etmiş gibi görünüyor. Bu anlamda Sinister serisine aşina olanlar Scott Derrickson’ın oyunbaz göndermelerini hemen fark edebilir.

Farklı Boyuttaki Yabancı (Öz) Bağlantılarımız
Gerilim filmlerindeki korku faktörünü azaltan etmenler kimi anlatılarda tam tersi yönde, takip edilesi bir kompozisyon doğurabiliyor. Robin’in (Miguel Cazarez Mora), Bruce’un (Tristan Pravong) ve Vance’ın (Brady Hepner) benzer kaderleri, ortaya kompozisyonu derinleştiren başka bir açı çıkarıyor. Kısa öyküde telefonun ardında sadece cümleler / sesler okura eşlik ederken filmde seslerin sahibi olan imgelerle karşılaşmak, korku öğelerindeki aksiyonu yükselten faktörlerden. Mekân tasarımı olarak döneme uygun detaylandırmalar, set tasarımı, kostümler ve kurgu iyi bir gerilim seviyesi yakalarken filmin sinematografi koltuğundaki Brett Jutkiewicz ayrıca dikkatimizi çekiyor. Kendisi Stranger Things’in (2022), Scream (2022) ve Ready or Not (2019) gibi yapımların da sinematografisini üstlenmiş. Eğer Stranger Things’in dördüncü sezonunu izlediyseniz, dizinin The Black Phone ile sekans düzleminde paylaştığı benzerlikleri fark edebilirsiniz. Filmin müziklerinde ise Pink Floyd’un tınılarıyla karşılaşabilirsiniz, bu da en hafif tabiriyle filmin anlatım evrenine belli bir devinim kazandırıyor. Ayrıca The Witch (2015), The Lighthouse (2019) ve In the Tall Grass (2019) gibi yapımlardan tanıdığımız besteci Mark Korven’in de film için özellikle bestelediği parçalar, gerilim dozunu hakkıyla taşır nitelikte.

Karanlık Bizi İçine Hapsettiğinde
Filmin başlangıcından sonuna değin belli belirsiz kararmalar, irili ufaklı “karanlık” olanın nesnesini ve işaret ettiği mecazi anlatımı hatırlatma konusunda tetikleyici pozisyonda. Özellikle siyah minibüsün kullanılması, siyah balonlar ve nihayetinde filme adını veren siyah telefon hem fiilen hem de düşünsel düzlemde izleyiciyi her zaman “karanlık” olanın hikâyesine hazırlıyor.
