MON CRIME: 1930’ların Fransa’sından Kahkaha Dolu Bir Kızkardeşlik Serüveni

Philippe Piazzo’nun senaristliğini, François Ozon’un ise hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yaptığı 2023 yapımı Mon Crime (The Crime is Mine / Suç Bende) polisiye bir komedi olma özelliğini taşıyor. En son Peter Von Kant filmiyle ekranlarda yer edinen François Ozon bu filmiyle istediği etkiyi yaratamamıştı (ki naçizane bir görüş olarak aslında gayet başarılı bir replikaydı bize kalırsa). Peter von Kant aslen Rainer Werner Fassbinder tarafından yönetilmiş, 1972 yapımı ve oldukça dramatik Petra Von Kant’ın Acı Gözyaşları (Die bitteren Tränen der Petra von Kant) filmine dayanıyor, ancak onun çok daha komik bir versiyonunu yansıtıyordu. Ozon, bu sefer Mon Crime’de Georges Berr ve Louis Verneuil’ün 1934 tarihli bir oyununu serbest şekilde uyarlamış. 1930 Fransa’sında -spesifik olarak Paris- geçen film yine aynı dönemin komedilerinden etkileniyor. Filmde genç oyunculara ek olarak, başta Michael Haneke’nin filmi La Pianiste (Piyanist, 2001) olmak üzere sayısız filmde yer almış usta oyuncu Isabelle Huppert de, Odette Chaumette rolünde yer alıyor (Fragman: YouTube).

Nadia Tereszkiewicz, Fabrice Luchini, Olivier Broche, Pauline Mauléon

Madeleine Verdier (Nadia Tereszkiewicz) ile Pauline Mauléon (Rebecca Marder) adında, Paris’te zorluklarla geçinmeye çalışan iki yakın kız arkadaşa odaklanan hikâye güç ve toplumsal cinsiyet konularını alaya alarak işliyor. Madeleine ünlü ve başarılı olmak isteyen genç bir aktrisken, Pauline ise kendini ispatlamaya çalışan bir avukattır. İkisi de mesleklerinde başarısızlıktan başarısızlığa koşarken karşılarına birden inanılmaz bir fırsat çıkar: Ünlü bir yapımcının evinde tacize uğrayan ve oradan apar topar kaçan mağdur Madeleine, arkadaşı Pauline sayesinde bu mağduriyetini olağanüstü bir “başarı” hikâyesine dönüştürebilecek ve tüm kadınlara örnek bir vaka yaratabilecektir. Bu bahsi geçen hikâyeyi inanılmaz bir tiye alışla birlikte sunan Ozon, günümüzde maalesef hâlen yaşanmakta olan ayrımcılık ve taciz olaylarına da ışık tutmuş.

Isabelle Huppert & André Dussollier (ön planda)

Hollywood Etkisiyle Bezeli Bir Suç Komedisi

Filmde geçen olayların Harvey Weinstein olaylarını ve #MeToo hareketini anımsattığından çoğu izleyici söz etmiş. Filmin geçtiği zaman diliminde Fransa’da kadınların oy kullanma hakkı bile bulunmamaktaydı, bunu da eklemeden geçmeyelim. Dolayısıyla Madeleine ve Pauline karakterlerinin hem kendilerini hem de hemcinslerini savunuşu bir nevi “kız kardeşlere çağrı”, erkeklereyse uyarı niteliğinde. Tabii burada “erkekler” diyerek tasvir ettiğimiz grup, filmde sürekli kadınları aşağılayan ve onları kendi egolarının tatmini için kullandıkları birer araçtan farklı görmeyen erkeklerden oluşuyor. Farklı coğrafyalardan farklı sosyokültürel hareketleri bir araya getirip adeta yama işi bir battaniye ören Ozon, Amerika’dan da sessiz sinemanın bittiği dönemi ve etkilerini ödünç almış. Filmdeki Odette Chaumette karakteri de sinema tarihindeki bu önemli dönüm noktasının sembolü niteliğinde. Sessiz sinemanın başarı ve sevilirliğinin tavan yaptığı zamanlarda oldukça ünlü, ancak sesli döneme geçilmesiyle yıldızı sönen bir aktris olan Odette, geçmişteki ününe kavuşabilmek için her şeyi yapabilecek olan, kaybedecek hiçbir şeyi bulunmayan bir karakterdir.

Odette karakterinin ne kadar eski moda giyindiğine ve hâlen eskiden ünlü ve genç olduğu dönemde yaşadığına dikkat etmek gerek.

Bu karakter bize aynı zamanda efsanevi yönetmen Billy Wilder’ın 1950 yapımı Sunset Boulevard’ını (Sunset Bulvarı) hatırlatıyor. Filmde Gloria Swanson’ın canlandırdığı Norma Desmond karakterini ve eski ününe karşı duyduğu tutkuyu unutmak mümkün değil. Ancak tabii ki Odette’in Norma Desmond ile olan tüm bu benzerliğine rağmen, karakter, ünlü Fransız aktris Sarah Bernhardt’a dayanıyor. Filmde Amerikan sinemasını çağrıştıran tek öge bu değil elbette. Para ve ün için cinayet işleyebilen karakterlerin varlığı, silahların konuştuğu aşırı dramatik sahneler, intiharın eşiğindeki karakterler, “film içinde film” (mise en abyme) hissini kuvvetlendiren durumlar -mesela karakterlerden ikisinin aktris olması, filmin içerisinde çeşitli oyunların gösterilmesi vs.- ve aşırı ihtiraslı erkek ve kadınlar bize Amerikan sinemasının en önemli parçalarından bir tanesi olan Film Noir’ı çağrıştırıyor.

Nadia Tereszkiewicz & Pauline Mauléon

Filmde yalnızca üç temel aktrisin değil, yardımcı oyuncuların karakterlerinin de derinlikli olduğunu eklemeden geçmeyelim. Böylelikle Ozon sinemada adeta dopdolu bir tiyatro tecrübesi yaşatıyor izleyicisine. Zaten yazımızın başında da dile getirdiğimiz üzere film bir oyundan uyarlamaydı. Buna ek olarak filmin, True Confession (1937) ve Cross My Heart (1946)adlarında iki ayrı öncülü mevcut. Ozon’un “kızkardeşliğin zaferi” şeklinde nitelendirdiği filmin, François Truffaut’nun Le Dernier Métro (Son Metro, 1980) filmine bir saygı duruşu niteliğinde olduğunu söylemek de mümkün.

1930’lu yıllarda Fransa’da gerçekten de kadınların işlediği cinayetler mevcutmuş. Dolayısıyla filmin o dönemin Fransa’sına da şakayla karışık gerçekçi bir perspektiften baktığını söyleyebiliriz. Eğer filmde kendimizi çıkarcı ve açgözlü erkeklerin karşısında yer alan genç aktris ve avukatımızın yerine koyduğumuzu var sayarsak, hiç beklemediğimiz bir şekilde bitiyor film. Bu durum bir çeşit “masalsı serüven” izlemiş olma hissini kuvvetlendirirken, oldukça gerçek ve içler acısı durum ve sorunu bu kadar eğlendirir şekilde ele alabildiği için hem yönetmen François Ozon’a hem de oyunun asıl yazarları olan Georges Berr ve Louis Verneuil’ye şapka çıkarmak kalıyor bizlere. Keyifli seyirler!

Ece Mercan Yüksel

İlgili okumalar:

Bir Cevap Yazın