Babalar ve oğulları arasındaki meseleler ne çok esere konu olmuştur bugüne kadar. Gerek toplumsal rollerin, kalıplaşmış figürlerin kişilik ve kimliklere yansımaları gerekse bu izlek bağlamında kaynak metinler olarak nitelendirebileceğimiz eserlere yönelik Lacan referanslı okumalar, sonraki eserlerin de genellikle iki tarafın çatışması üzerine inşa edilmesinde etkili olmuştur. Edebiyatta akla ilk gelen babalardan biri, Kafka’nın babasıdır. Kafka, söze korkularını anlatarak başlar: “Geçenlerde bir kez, senden korktuğumu öne sürmemin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım, kısmen tam da sana karşı duyduğum bu korku yüzünden, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha fazla ayrıntı gerektiği için. Ve şimdi burada sana yazılı bir cevap vermeyi deniyor olsam da, bu fazlasıyla eksik kalacaktır, çünkü bu korku ve onun etkileri senin karşında yazarken de ket vuruyor bana ve dahası meselenin büyüklüğü, hafızamın ve aklımın sınırlarını çok aşıyor” (2019, s. 13).

Korku, karşıtı olan cesaretle beraber bir baba ile iki oğlunun yaşantılarını ele alan Andrey Zvyaginstev imzalı Dönüş (2003) filminin de iki temel izleği. Andrei (Vladimir Garin) ve Ivan / Vanya (Ivan Dobronravov) karakterlerini cesaret sınavı verdikleri bir sahneyle tanımaya başlarız. Ortak arkadaş gruplarındaki bütün çocuklar ve Andrei, denize sırayla çivileme atlarlar. Belli belirsiz korkular sezilir ama kendilerini bunu açık etmemek zorunda hissettikleri yaşlardadırlar. İçlerinden sadece Ivan bu sınavı geçemez. Atlayamaz. Onu ödlek olmakla suçlayan arkadaşları çekip gittiklerinde bile o yükseklikten atlamak, tek korkusu değildir. Merdivenlerden indiğini arkadaşlarının öğrenmelerinden de korkar. Cesaret, o gruba kabul edilmenin, onların gözünde var oluşunun kanıtıdır. Kanıtlayamaz. Andrey Zvyaginstev sinemasında otorite ve toplumsal cinsiyet rollerinin inşası arasındaki ilişkiyi psikanalitik kuram çerçevesinde inceleyen Ceyda Cura, bu sahnedeki yarışın “simgesel erkeklik yarışı” olduğunu ifade eder (2017, s. 109).

Çatışmanın korku – cesaret ikiliğinde kurulduğu anlatının ilk sahnelerinde dikkati çeken bu mesele, Andrei ile Ivan’ın babalarının (Konstantin Lavronenko) on iki yıl sonra, aniden çıkıp gelmesiyle başka bir hatta irdelenmeye devam eder. Ivan’ın denize atlayamadığı için arkadaş grubundan ikinci kez dışlandığı ve Andrei ile birbirlerine saldırdıkları gün eve gittiklerinde anneleri (Nataliya Vdovina), babalarının döndüğünü haber verir. Odanın kapısını araladıklarında uyumakta olan babalarını görürler. Bir yabancıdır orada boylu boyunca yatan. Bu sahnede Andrea Magnetta’nın İsa’ya Ağıt (1480) tablosuna gönderimde bulunulmasına dikkat çeken Cura, çarmıhtan indirilen ve gömülmeyi bekleyen ölü bedeniyle filmin finaline dair bir ipucu verildiğini belirtir (2017, s. 112). Ivan koşup tavan arasındaki sandıktan bir kitap çıkarır, arasından onlar çok küçükken anne ve babalarıyla çektirdikleri fotoğrafı bulur. Yine Cura, bu sahnedeki kitapla bir başka mite gönderimde bulunulduğuna vurgu yapar. Fotoğrafın yer aldığı sayfada İbrahim peygamberin oğlunu kurban etmek üzereyken gökten inip onu durduran meleği betimleyen bir illüstrasyon bulunmaktadır. İleride Ivan’ın babasına yönelik korkularından bahsettiği ve babası baltayla Andrei’in başındayken ona Ivan’ın bıçak çektiği sahnelerle bu mit arasında ilişki kurulmaktadır (2017, s. 113).

Filmin giriş bölümündeki sahneye dönersek çocukların babalarına dair tek imge, muhtemelen daha önce belki birkaç defa gördükleri bu fotoğraftaki yüzdür. Yatakta uyuyan yabancıyı tanımaya başlamak için fotoğraftan yardım alırlar. Andrei, gördükleri adamla fotoğraftaki adamın aynı kişi olduğunu teyit eder. Jale Parla, Babalar ve Oğullar adlı kitabında Tanzimat dönemi Türk edebiyatında babayı öldürmenin değil, ölmekte olan babayı diriltme çabalarının belirleyici olduğunu söyler (2014, s. 20). Sanki Zvyagintsev’in çocuk kahramanları da hayatlarının en önemli, kimlik ve kişiliklerinin yapılandırıldığı dönemde on iki yıl boyunca göremedikleri, yüzünü bile hatırlamak için fotoğrafa gereksinim duydukları ve bu yüzden zihinlerinde bir nevi ölmek üzere olan babalarını diriltme çabasındadırlar Tanzimat romanlarının kahramanları gibi.

Fotoğraftaki yüzün dışında ilk kez karşılarında ete kemiğe bürünmüş bir biçimde buldukları babalarına Andrei merakla, Ivan ise daha mesafeli, kafasında soru işaretleriyle ve hatta belki biraz kızgınlıkla bakar. Kafka’nın dillendirdiği korku, tam da onun açıklayamadığı bir halde çocuklarda yavaş yavaş belirir. Başta yabancıya ve bir anda gelip yemek masasında başköşeye oturmuş olan otoriteye karşı geliştirdikleri bir korkudur bu. Richard Sennett, otorite bağının güçlülük ve zayıflık imgelerinden oluştuğunu ifade eder (2011, s. 14). İşte o fotoğraftaki yüz, şimdi güç imgesine karşılık gelir. Mesele artık şudur: Andrei ile Ivan, bu bağın zayıf tarafında olmayı kabullenecekler midir yoksa babanın bağın kurulması için girişimleri, bir çatışmaya mı dönüşecektir? Yine Sennett’in otorite kavramı üzerinden devam edersek iki kardeş, otoriteyle karşılaştıklarında farklı davranışlar sergilerler.

Örneğin, istikrar ve düzen duygusuna gereksinim duyan biri, otoriteye teslim olabilir ama genel olarak otoriteden kalıcılık konusunda güvence ister. Andrei’in baba otoritesiyle ilişkisi önce bu gereksinimler üzerine kurulur. Onu hep onaylar, ondan gelen sorulara olumlu yanıtlar verir. Tam olarak otoritenin beklediği bir uysallıkla ona yaklaşır. Hayranlık duyar. Onunla ilgili ilk izlenimlerini anlatırken dikkati çeken, gücü simgeleyen fiziksel özelliklerinden, yapılı oluşundan bahsetmesidir. Ivan ise sorgulayıcıdır. Nereden geldiğini merak eder. Andrei için “Geldi işte” diyecek kadar önemsiz olan bu ayrıntı, Ivan’ın aklını kurcalar. Kimdir, ne iş yapar? O zamana kadar zihninde biriken erkek figürlerinden biriyle örtüştürmeye çalışır babasını. Otoriteyle ilişkilerindeki bu farklılığın özeti, hitaplarına yansır. Andrei, yeni tanımaya başladıkları adama ilk günden, kolaylıkla “baba” diye hitap ederken Ivan, hiçbir hitap kullanmadan konuşur onunla ki dilde görülen bu boşluk, ertesi sabah yola çıktıklarında Ivan ile babası arasındaki ilk çatışmanın nedeni olacaktır.

Richard Sennett, Otorite kitabının başında Homeros’un Odysseia’sından şu alıntıya yer vermiştir: “Babanım ben senin, uğrunca bunca acılar çektiğin, o adamların zorbalığına katlandığın, baban. Yakışık almaz, Telemakhos, sevgili babanın eve dönmüş olmasına böyle şaşırıp kalman. Başka bir Odysseus ayak basamaz artık buraya, bekleme” (Homeros, 1984). Homeros’un kahramanı, kendisine bağlamak istediği kişiye geçmişini, kuralları ve alternatifsizliğini işaret ederek otoritesini sağlamayı seçerken Zvyagintsev’in kahramanı, başkaldırmaya meyilli olan Ivan’ın ona itaat etmesini sağlamak için daha doğrudan bir yol kullanır. Kesin bir dille ona “baba” diye hitap etmesi gerektiğini söyler. Film boyunca bu otoriteyi korumak için Ivan’a ve onun gücünü gönüllü olarak kabullenen Andrei’e sesini yükseltmekten, fiziksel şiddet uygulamaktan çekinmez. Bu yüzden Sennett’in sınıflandırmasında “başkalarına hiçbir sevgi sunmayan ve başkalarının durumuna yönelik hiçbir kaygı duymayan bir otorite imgesi”ne denk düşer (2011, s. 37). Kurallar koyar ama onları gerçekten sevdiği, önemsediği için mi yapar bunu? Hayır. Yolculukları boyunca Andrei’in birçok defa babasına bakarken gözlerinin parladığını görürüz. Elbette bu parıltı, baştaki hayranlığın yansımasıdır ama bir yandan da ona duyduğu sevginin gelişmekte olduğunun kanıtıdır.

Kardeşine nazaran babasıyla çok daha fazla çatışan Ivan’ın bile filmin sonlarına doğru babasının kayık içindeki haline verdiği tepkide sevgi belirtileri görürüz ama babanın oğullarına karşı duygusu ya yoktur ya da ne Andrei ile Ivan’ın ne de izleyicinin kolay kolay bulup çıkaracağı bir yerdedir. Bazen şiddetle, bazen oğlunu yolun kenarında bırakarak otoritesini kurup korumaya çalışmakta ve sağlıksızlığı su götürmez olan yöntemlerle oğullarını eğitmeyi tercih etmektedir. Onlara telkin ettikleri de kendi içselleştirdiği davranışlardır. Bir lokantada yemek yedikten sonra Andrei ile Ivan, mekânın dışında babalarını beklerlerken babalarının cüzdanını çaldırırlar. O sırada olan biteni lokantadan izleyen baba, çıkışta arabasına tek başına binip hırsız çocuklardan birini yakalar ve dövmeleri için oğullarının önüne atar. Andrei ve Ivan, bunun yanlış olacağını söylediklerinde ise onları cesaretsizlikle suçlar. Tıpkı filmin başında denize çivileme atlayamayan Ivan’ı ödleklikle itham eden çocuklar gibi…

O sahnede vurgulanan korkusuna rağmen Ivan’la ilgili pek çok kez altı çizilen özelliği, babasına karşı dikbaşlılığı ve hesap sormaktan çekinmeyen tavrıdır. Baba, onları yarı yolda bırakmaya kalktığında Andrei daha çekimser bir tavırla şelaleye gideceklerine dair babasının verdiği sözü hatırlatırken Ivan, yine öfkeyle bakarak on iki yıl ortadan kaybolup sonra yeniden mi karşılarına çıkacaklarını dile getirir. Bu, yalnızca o dakikalarda çocuklarını yarı yolda bırakmasının değil, on iki yıl boyunca nerede olduğunun da hesabıdır ki ertesi gün, açıkça neden geldiğini de sorar. Andrei, babasının o anki kararı için kendilerinde hata bulmaya çabalarken Ivan, hatanın babasında olduğunu savunur. Sennett, otoriteyi reddetme ile ona bağlanmanın birbirinden ayrılamaz şeyler olduğunu dile getirir (2011, s. 37). Evet, babaları onları gelip otobüsten aldığında Ivan da babasının arabasına biner tekrar. Bu, otoriteye bağlanma anlamına gelebilir mi? Ivan’ın anlatı boyunca otoriteyle ilişkisinin seyrini göz önünde bulundurduğumuzda bu bağın oldukça gevşek olduğu görülür.

Sennett, Ivan’ın kurduğu ret bağlarını “itaatsiz bağımlılık” biçiminde ifade eder. Otoritenin gücünden korku söz konusudur burada (2011, s. 38). Ivan, babasıyla gerilim anlarında korkusunu gizlese de yolculuğa çıktıkları günün gecesinde çadırda Andrei ile uyumak üzerelerken önce babasına güvenmediğini, sürekli yalan söylediğini belirtir, sonra da onu ormanda boğazlarını kesebilecek bir adam olarak gördüğünü açık eder. Baba, Ivan için hâlâ yabancıdır, gerçekten babaları olduğu konusunda bile şüpheleri vardır. Dolayısıyla inatlaşmalar sonucunda babasının dediğini yapmasının tek nedeni sevgi ya da güven duygusu değil, ona karşı genellikle saklamayı tercih ettiği korkudur. Buna rağmen Ivan’ın korkusuyla cesaretinin ya da başkaldırısının sık sık birbirini alt ettiğini görürüz ve bu da filmdeki karakterlerin derinliğinin, ne kadar iyi yazıldıklarının bir göstergesidir. Karakterler, gerçek hayattaki gibi içinde bulundukları koşullara bağlı olarak taşıdıkları duygunun ve takındıkları tavrın taban tabana zıttı olan bir duyguyu benimseyebilir ve tavrı takınabilir koşullar değiştiğinde. Ivan, bu değişimleri, gelgitleri, iç çatışmaları filmin başından sonuna kadar yansıtarak çok boyutlu bir karakter olarak çıkar karşımıza.
— Aşağıdaki 2 paragraf, filmin sonunu açık eden bilgiler içermektedir. —

Peki ya daha çok uysal bir oğul olarak gördüğümüz Andrei’in içinde ona başkaldırmasını söyleyen bir yan hiç mi yoktur? Yağmurda araba çamura saplandığında babasının verdiği görevi başaramaz Andrei ve aralarındaki tartışma, Andrei’in burnunu kanatan bir şiddetle son bulur. Filmin başındaki kavgada Ivan onun dudağını kanattığında tepki veren Andrei, babasının şiddetini sessizce kabullenir ve hatta babası arkadan iterken direksiyonun başına geçip arabanın çamurdan çıkmasına yardım edince aldığı aferin, onu mutlu eder. Anlatının son kesitine kadar baba otoritesinin simgesi olan kayığa binmek için bile babasından izin isteme gereksinimi duyar Andrei. Bir saat içinde dönmeleri koşuluyla oğullarının kayıkla gezme isteklerini kabul eden baba, yine otoritesinin ve koyduğu kuralların bir başka göstergesi olan saatini Andrei’ye verir. Andrei’in elindeki bu saat, gezinti süresince otoritenin üzerindeki ağırlığını her daim hissetmesine yol açar ve Ivan, biraz daha açılmak istediğinde babasının kurallarını hatırlatır Andrei. Kardeşinin ısrarı sonucunda verilen saati geçirerek döndüklerinde otoritenin yaptırımına da o maruz kalır. İlk defa o an otoriteye açıktan tepki gösterir ve bu tepki, kısa sürmez. Ondan nefret ettiğini dile getirebilecek cesareti bulur. Bu sahne, üç karakter için de kırılma anıdır. Andrei, ilk kez tam olarak başkaldırır. Onu korumak isteyen Ivan, babasıyla girdiği tartışmada korkularından birini yenerek ondan kaçarken daha önce çıkamadığı yüksekliğe tırmanır. Otoriteye karşı beslediği korku ve öfke, yükseklik korkusunu alt etmiştir. Onun peşinden giden baba için ise korkmadan oğlunun yanına tırmanması, sonu olur ve o yükseklikten düşerek ölür.

Andrei, babalarını kayığa taşımaları gerektiğini söyler. Kayık, artık otoritenin gücünün değil, onun yok oluşunun gösterenidir. Otoriteyi temsil eden göstergelerin yananlamları nasıl değiştiyse Andrei ile Ivan’daki korku, öfke gibi duygular da yok olmuştur artık. Cura, babasının Andrei’ye saatini verdiği sahneden itibaren otoritenin el değiştirmek üzere olduğunu ileri sürer, babanın ölümüyle birlikte Andrei’in onun yerine geçtiğini ve bu defa Ivan’ın yeni otoriteyi kabul ederek sembolik düzene girdiğini saptar (2017, s. 116). Psikanalitik kuram çerçevesinde böyle bir çözümlemeyi olanaklı kılan finalde Andrei’in babanın otoritesinin temel göstergelerinden olan şiddeti ne kadar gösterebileceği, başka deyişle birebir babasından gördüğü otorite figürüne dönüşüp dönüşmeyeceği konusu ise açık bırakılmıştır. Bebekliklerinde çektirilmiş fotoğrafta gördükleri yüzden sonra ilk kez gördükleri babaları, şimdi kayıkta boylu boyunca yatmaktadır. Ivan, bir ara babasının gözlerinin açık olduğunu söyleyerek hayatta olma ihtimalini dillendirmek ister sanki ama Jale Parla’nın sözünü ettiği babayı diriltme çabası, hem temel hem sembolik anlamda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Beklemedikleri bir biçimde babalarının bedeni kayıkla beraber sulara gömülür. Arabaya bindiklerinde önlerine düşen bir kâğıt, babalarının onların fotoğraflarını sakladığını öğrenmelerini sağlar. Kendini belki de katı bir otoritenin temsilcisi olarak sunmak zorunda hisseden babanın, onlara olan sevgisine dair tek delil gibidir bu fotoğraf. Andrei ile Ivan’ın yola çıkarken ve yol boyunca birbirlerini çektikleri fotoğraflarda ise baba hiç yoktur. Ellerinde o bebeklik fotoğraflarının dışında babalarıyla geçirdikleri bir haftaya yakın bir zaman diliminde yaşadıkları kalır. Peki, bu yaşantıları, onları ne kadar tamamlayabilecektir?
— Sürprizbozan sonu —

Artık yazının başına dönme vakti… Baba – oğul hikâyeleri, daha önce de belirttiğim gibi, edebiyattan sinemaya birçok eserde karşımıza çıktı bugüne kadar ve günümüzde de anlatılmaya devam ediyor ama sıklıkla baba – oğul çatışması üzerinden ele alınıyor bu izlek ve bir yerden sonra – Andrey Zvyaginstev gibi özgün bir ifade biçimi bulunamadığında – önceki anlatılarda kullanılan kalıpların tekrarına düşüyor yeni romanlar, öyküler, filmler. Son zamanlarda okuduğum ve izlediğim çağdaş anlatılar arasında baba – oğul hikâyesinden yola çıkarak başka bir meseleyi irdeleyen, kendi sözü ve özgünlüğü olan tek yapım olarak Ali Cabbar’ın Bahçeler Put Kesildi adlı filmini hatırlıyorum. Babalarla oğullar izleği yeniden ele alınacaksa bu yetkinlikte ve yeni bir içerikle biçem arayışı içinde olması gerekiyor artık. Andrey Zvyaginstev, tam da Kafka’nın söylediği gibi meselenin büyüklüğünün, hafızanın ve aklın sınırlarını aştığı yerden inşa ediyor anlatısını. Yönetmenin 2003 yapımı bu ilk filminden yirmi yıl sonra ise o yerin daha ilerisinden ve hatta başka açılardan bakma gereksinimi doğuyor.

Kaynakça
- Cura, C. (2017). Andrei Zvyagintsev Filmlerinde İktidarın Temsili Olarak Otorite ve Hegemonik Erkeklik. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. İzmir: Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
- Homeros (1984). Odysseia. Çev. Azra Erhat, A. Kadir. İstanbul: Can Yayınları.
- Kafka, F. (2019). Babaya Mektup. Çev. Cemal Ener. İstanbul: Can Yayınları.
- Parla, J. (2014). Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri. İstanbul: İletişim Yayınları.
- Sennett, R. (2011). Otorite. Çev. Kamil Durand. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.