Bu sıralar Paris’te çok “tuhaf” şeyler oluyor. Evet, 27. Étrange Festival yani “Tuhaf Festival” kapılarını açtı. 8 – 19 Eylül arası “genre” yani tür sinemasının bu yılki istenmeyen çocukları Fransa’nın başkentinde buluştu. Étrange ile ilgili Dial M for Movie’de geçen yıl yayımlanan yazılarımızı okumama gaflet ve delaletinde bulunan sevgili sinefiller için öncelikle bu festivalin ne menem bir şey olduğunu anlatmak isterim. Kişisel bir yerden başlayayım. Bir kere kesinlikle ama kesinlikle benim tarzım filmler değil. Nasıl desem size… Mesela günlerini meditasyon müzikleri dinleyerek geçiren birisini bir stadyumda gerçekleşen Metallica konserine götürüp sahnenin hemen önüne yerleştirmişsiniz… İşte öyle bir şey. Ama olayın güzelliği ve çekiciliği de burada saklı. Kendinize yarattığınız dünyadan çıkıp başka dünyalara seyahat etmek. Akvaryumunuzdan çıkıp başka sularda yüzmek. Hiç ummadığınız yerlerden ilhamlar almayı denemek.

Étrange Festival’de gösterilmeyenler gösteriliyor. Söylenmeyenler söyleniyor. Bu yıl da festivalin menüsünde çok ama çok şiddet içeren, çok ama çok cinsellik içeren filmler mevcut. ABD’den Kazakistan’a kadar birçok ülkeden film ilk Fransa ve uluslararası gösterimlerini yine Étrange’da yapacak. Korku, komedi / korku, bilim kurgu, polisiye, drama ve animasyon türlerinde uzun metrajların yanı sıra yarışmalı bölümde kısa film seçkisi de mevcut.

Ben, bu yılki Étrange’ın açılış gününe saat gece 10’da The Sadness (Hüzün, 2021) filmi ile başladım. Kanadalı yönetmen Rob Jabbaz’ın ilk uzun metraj filmi The Sadness, Tayvan yapımı bir korku filmi. The Sadness temelinde zombi olmayan zombilerden bahseden bir salgın dönemi hikayesi. Yanlış okumadınız, zombi olmayan zombiler… Peki nasıl oluyor bu? Korku sinemasının alt türlerinden “zombi filmleri”ne yazılabilecek gibi dursa da The Sadness’da bir salgın hastalık sebebi ile insanların “id benlik”leri en şiddetli şekilde ortaya çıkıyor. Yalnız öyle böyle şiddetli değil, çok şiddetli. Çok, çok şiddetli. Mesela otobüste görseniz yer vereceğiniz bir teyze sadist, psikopat bir manyağa dönüşüyor. Çok sevdiğiniz komşunuza bu hastalığa sebep olan virüs bulaşınca, parmaklarınızı makasla kesip sevgilinize tecavüz etmek isteyebiliyor.

The Sadness’ın zombileri ya da virüse yakalanmış kötüleri fiziksel açıdan zayıflık göstermiyor, aksine güçleniyorlar. Ölüp ölüp dirilme gibi bir özellikleri yok. Ancak acıdan zevk aldıkları için kafalarının yarısı kopmuş olsa da peşinizden gelmeye devam ediyorlar. Zombilerin temel motivasyonu açlıkken The Sadness filminde virüs bulaşmış kişilerin tek motivasyonu sadizm ve mazoşizmden aldıkları zevk. The Night Of The Living Dead’den (George A. Romero, 1968) bu yana zombiler kendilerini ne kadar da bozdu öyle değil mi? Nerde kaldı o kaplumbağa hızıyla yürüyen, itekleseniz yere düşecek zombiler.

Filmde çok kan var. Makyajlar da son derece başarılı. Sizin için Tarantino şiddetin estetiği ise The Sadness şiddetin pornografisi olacak diyebilirim. Hikayeye aşk öğesi ise oldukça zekice işlenmiş. Pandemi, kadınların maruz kaldığı cinsel istismar gibi konular da ana temayı besleyen yan temalar arasında. Günün sonunda The Sadness, karakterlerin psikopat ve sadist birer manyağa dönüşmesi için dışarıdan gelen bir virüse mi ihtiyaçları var, yoksa bütün bunlar zaten içlerinde barınan, karanlık odalara saklanmış, üstlerine beton dökülerek kaçınılmış birtakım içgüdüler mi? sorusunu sorduruyor.

Gösterime katılan yönetmen Rob Jabbaz, The Sadness’in gerçekleştirilmesinde 90’ların popstar arkadaşı Jeffrey Huang’un büyük rolü olduğunu söylüyor. Huang, Tayvan’da popstarken parasıyla “webcam kızları”na yatırım yapıp oradan kazandıklarıyla da kripto para zengini olan bir sinema tutkunuymuş. Huang, milyoner olduktan sonra film yapmayı kafaya takmış. Korona virüs döneminde gösterime giren film sayısının düşmesini avantaj olarak gören Huang, Jabbaz’ı arayarak düşen rekabetten yararlanmaları gerektiğini söylemiş ve sonunda içinde pandemi, aşk, cinayet, işkence ve tecavüzün olduğu The Sadness ortaya çıkmış.

Jabbaz, Kanada’nın Montréal kentinde gerçekleştirilen Fantasia Festivali’nden “Yeni Nesil Ödülü” ile dönen filminden Tayvan’da herkesin nefret ettiğini ancak The Sadness’in yavaş yavaş uluslararası izleyiciden olumlu tepkiler aldığını söylüyor. Ben filmin Türkiye’de sinema salonlarında gösterilebileceğine ihtimal vermiyorum. Ancak platformlarla gelen daha özgür bir alanda belki kendine bir yer bulabilir. Peki ya böylesi bir filmin adı “Madness” ya da “Craziness” (Çılgınlık) yerine neden Hüzün? Bunun cevabını vermek spoilerın dibine vurmak demek olacağından burada susuyorum. Korku türünü sevenlerin mutlaka izlemesi gereken bir yapım. Şimdiden iyi seyirler.
