Bedenin nevrotik yapısı vücudun belli bir noktasına yerleştirilmiş bir şekilde açığa çıkmayı beklerken istencin apokaliptik kaşıma arzusu onun hepten kötüleşmesine neden olacaktır. Kişinin kendisinden esirgediği “benlik sevgisi” diğerinin Ben’i ile keşfi ilk olayın travmasını ortaya çıkarıp kısa sürede her iki bağlayıcı noktada etki yaratacaktır. Daha önce İspanyol korku sinemasının önemli filmlerinden biri olan 2007 yapımı El orfanato (The Orphanage) adlı filmin yapımcılığını da üstlenen yönetmen Mar Targarona, Netflix’de yayınlanan “Dos” (İki) ile iki farklı bedenin tek vücuttaki biyografisine odaklanıyor. Yapılmak istenen eylemler birer idea olarak kalırken yapılmakta olan eylemler ise yeni bir reel ortama zemin hazırlıyor. Her iki durum birbiriyle sadece zıt oldukları noktada bir ortaklık yarattıklarından, film ben’in keşfinden ziyade gerçeğin arka planına odaklanıyor.

Kurgulanmış Bir İktidarsızlık
Filmin hemen açılış sahnesinde izleyiciyi hayali ve gerçekdışı olan bir mekân karşılıyor. Buna cinsel bir iktidarın tepside sunulmuş pastası da diyebiliriz. Öte yandan bilinmezlik tüm soru işaretlerinin üzerini ince bir çarşafla örtüyor. Ortada tüm sorunların nedenini açığa kavuşturacak sadece iki belirsiz beden var ve bu bedenler de kendi derin gerçekliklerinden bir o kadar uzaktalar. Bu nedenle belli bir noktada bedenlerin biyografisi demek yerine buna onların otobiyografisi de diyebiliriz.

Hakikati bulmak için her hareketin keşfine ortak olduğumuz ve hiçbir şey bilmediğimiz tüm eylemler bütünü yaşanmış olanların tekrardan yazılmasını bekliyor. 70 dakika gibi bir süreye sahip olan film, başlangıçtan itibaren avucunun içinde sımsıkı tutmuş olduğu bilgiyi adım adım temellendiriyor. Bu anlamda mevcut süre ona fazlasıyla yetiyor diyebiliriz. Hiçbir şey bilmediğimizden yola çıkarak gerçek bilgilerin gösterileceği doğrultusunda tüm ipuçlarını takip ederken bir biçimde bedenlerin birbirine olan köleliklerine de tanık oluyoruz. Filme görsel açıdan belli bir ağırlık yükleyen iki bedenin daimî olarak birbiriyle çatışması umut ilkesinin değerini de düşürür nitelikte.

Bu Gece Seni Bir Hayvan Gibi Avlıyorum
Başrollerinde Marina Gatell (Sara) ve Pablo Derqui’nin (David) bulunduğu Dos, analiz ya da çıkarım yapmak için Ben’in keşfine yönelik birtakım temel argümanlar sunsa da yer yer araya sıkıştırdığı mizah parçacıklarıyla da dikkat dağıtıcı olmayı başarıyor. Film düşünsel yanını bu şekilde bertaraf ederken anlatının çözüme ulaşma noktasında başlangıçtaki apokaliptik ben savaşından da kolayca sıyrılıyor. Bu da doğurmuş olduğu felsefi ve psikolojik sorunsalların cevaplandırılmadan sonlanmasına neden oluyor. Bu bağlamda Dos’u iki bölüme ayırmak mümkün. İlk bölümünde daha çok Saw (Testere) ve Cube (Küp) serilerine benzer bir anlatım mimarisiyle karşılaşırken ikinci bölümde daha çok çözüme ulaşma noktasında acele eden bir harabenin inşasına yardımcı oluyoruz. Ayrıca film, 2021 yapımı Till Death ve yine bir Netflix yapımı olan Gerald’s Game’i (2017) de akıllara getiriyor.

Karakterler üzerinden yürütülmeye gayret gösterilen yapay gerçekliklerin adını koyamadıkları, birbirlerine itiraf dahi edemedikleri gerçek travmanın boyutu basitleştirilmiş bir şekilde sunuluyor. Film mekân kullanımı açısından sıkışmışlık hissini serbest bırakarak karakterlerin bedenleri arasında belli bir metafor bağıntısı yakalamış olsa da başlangıçta bulunduğumuz bilinmez mekânın içinden çıkıp diğer odalara geçtikçe bu sıkışmışlık hissi kendi içinde genişlemeye başlıyor. Burada klostrofobiye yönelik özellikler hem karakterlerin hem de anlatının içinden sıyrılıyor. Özgürlük arayışı ise değerini bir nevi kendisini felakete götüren adımda buluyor.

Açıkta Bir “Kusur”
Dos’un karakter yazımı izleyiciye kendisiyle bağ kurabileceği türden karakterler sunmuyor. Bunun yanı sıra karakterlerin ortak kusuru (yapay bir durum söz konusu olduğu için “kusur” sözcüğünü kullanmakta sakınca görmedik) tamamen kendilerine ait olmasına rağmen, onu yabancılaştırıyorlar. Anlatım her ne kadar izleyicilere, eylemleri karakterlerle aynı anda deneyimleme fırsatı sunmuş olsa da karakterlerin birbirleriyle olan yalan arayışları bir noktadan sonra var olan gizemli kimliklerine yenilerini ekliyor. Hali hazırda başlangıçta olan yabancılaşma ironisi kemiklerini sonlara doğru daha da güçlendiriyor. Elbette açıktaki kusur da bundan payını alıyor. Varlığı hiçbir şekilde kabul edilmeyen kusurun ömrü de kısa oluyor ancak kusurun etkisi karakterlerin bedenlerinin de üzerine çıkarak onları tamamen ele geçiriyor.

Dolayısıyla kusurun inkârı, kusurun sonsuza kadar, bedensiz de olsa yaşamasını sağlıyor. Başlangıç noktası oldukça dikkat çekici olan Dos, kusur ironisinden ileriye gidemese de özellikle beden aracılığıyla birlikteliğin, paylaşımın, ikiliğin, varlık probleminin çoğul versiyonunu düşünmemiz için kapılarını aralık bırakıyor. İnsan bedeninin üretimi, yapımı, inşası bakımından sonradan eklenen bir kusur ile, yabancı olanı zorunlu olarak tanıma yükümlülüğü çığ gibi büyüyor. Tekil olanın kusurdan ayrılma istenci, adeta bir yaranın kabuğuyla oynayıp yaranın olduğu yeri iyice kaşımak, deşmek istemesinden geliyor.
