SPEAK NO EVIL : Seri Üretim Sonrası Bedenin Defolu Figürleri

Tikel bir toplumun ideal düşünü en dağınık olabilecek şekilde planlayarak gerçekleştirmeye çalışan Speak No Evil (2022) için insan organlarının, temiz bir masaya gelişigüzel serilen yapboz parçacıklarından bir farkı yok. 28. L’Étrange Festival’in öne çıkan seçkilerinden biri olan film, tanıdık bir kötülüğü yabancılaştırarak kurmacasını güçlü bir şekilde gerçek kılmaya çalışıyor. Yönetmen koltuğunda Christian Tafdrup’un oturduğu filmde ince işlenmiş tedirginliğin ağırlığı her sekansta izleyiciyi ziyaret etmeye hazır. Pastoral bir hayatın sessiz yakarışlarını Speak No Evil’ın huzursuz bir biçimde yansıtılan mutluluk çemberinde bulmak mümkün. Hikâyesini çeşitli mekânlara yaymadan, sadece belli noktaları hedef alarak anlatan film, tercih ettiği bu noktaları sadece kendi güvenli alanları dahilinde besliyor. Bu da onu, dışsal deneyimi içsel deneyim ile buluşturmaya zorluyor. Böyle bir durumda nesnenin arayışı baş gösteriyor. Bu türden bir arayışın ise sadece nefes alması yeterli oluyor. Bu akışa göre varılmak istenen, öznel bir dürtünün tasarısı. Öyle ki bu tasarı her ne kadar gücünü dışarıdan alsa da içsel olanın tuzağına kapıldığı için kendisini bağlantısal olarak takip eden herkesi de peşinden sürüklüyor. Domino taşı gibi kendini teker teker feda eden kaybolmuş, naif, kibar öznelerin en estetik biçimde avlandığı narin hikâyeyi sahiplenen Speak No Evil, keskin dürtülerin sonsuz çokluğuna övgüde bulunuyor.

Morten Burian & Sidsel Siem Koch

Cömert Bir Ortamda Et Manzaraları

Filmin senaryo koltuğunda kardeşi Mads Tafdrup ile oturan Christian Tafdrup, eylemlerin asılsızlığını pek de arzu edilmeyen ancak kendi ritmi dahilinde masalsı görünen bir coğrafyaya yerleştiriyor. Speak No Evil’in kara alanı, bu şekilde kasvetinde dahi yemyeşil, kucak açan cömert bir ortam inşa ediyor. Onu en tekinsiz gösterebilecek durum ise bu denli havadar bir ortamda yanıltıcı olarak karşımıza çıkan insanın “boşluk” hali. Patrick (Fedja van Huêt) ve Karin’in (Karina Smulders) yıkım adına kucaklarını daima açık tutmaları Bjørn (Morten Burian) ve Louise’in (Sidsel Siem Koch) üzerinde radikal bir biçimde çoklu gerçekliklerin doğmasına sebep oluyor. Bu nedenle filmin kimi noktalarında karşımıza çıkan kırılma noktaları, geri dönüşler daha önce hiç görmediğimiz her enkazın kaydını tutmamıza yardımcı oluyor. Herhangi bir gelenek veyahut ritüelle hiçbir ilişkisi olmayan ancak her seferinde etrafına etten duvarlar ören Patrick ve Karin, sürekli değişmekte olan karşıtlıklardan beslenerek tek değişmez olan insan bedenindeki metamorfoz akışını hedef alıyorlar. Ahlaktan asla emin olamadığımız bir rüyanın gözlemlenmesi için adeta davetkar davranan Speak No Evil, ele aldığı imgelerin değişim koltuğunda kendisi otursa da filmin ritmindeki rahatsız edici tonu baştan sona koruyor.

Tuzlu Derim Senin İki Parmağının Arasında

Karakterler hareketli olsa da kısıtlanmış eylemleri ile onların neredeyse dört duvar içine sıkışıp kaldıklarını ve hareketsizlikte kendilerini kurtaramadıklarını söyleyebiliriz. Bu da bir anlamda sınırlar içindeki sınırsızlık kullanımına gönderme sayılabilir. Öte yandan filmin çekim mekânlarına baktığımızda da geniş açıların sadece belli tipteki alanları hedef almasıyla takip edilesi bir köprü ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu bağlamda Speak No Evil, hiçbir zaman asla tanışmayacağı birini beklemiyor, aksine ördüğü tuğlaların arasına kimin geleceğinin pekala farkında. Ancak filmin anlatısında mesaj kaygısı taşıyan tek unsurun “kişisel özgürlük” olduğunu düşünecek olursak o tuğlalar arasında sadece sıkışıp kalanların bir çıkış yolu bulabileceğini ekleyebiliriz. Sosyo-eleştirel açıdan bireyin kendi isteği olmadan vardığı noktaya varamayacağına dair bir alt metin sunan film, hicvini tamamen öz korumacı yanından alıyor.

Fedja van Huêt & Karina Smulders

Bu şekilde Christian Tafdrup, tamamen aşağıya doğru çekilmeye tasarlanmış bir dünya yapısı kuruyor. Bu da A noktasından B veyahut C noktasına yönelmeyi tercih ettiğimizde, sonucun yükümlülüğünün yine tercih noktasına varana ait olduğu anlamına geliyor. Nihayetinde tüm eylemlerin nedeni Patrick ve Karin’i değil de oyun dışı edilen Bjørn ve Louise’i işaret ediyor. Geleneksel vakit geçirme ve birlikte eğlenme dinamiğinin karakterler arası bağlılığı temsilen yetersizlikleri açığa çıkarması hepimiz için tasarlanmış hayat biçimlerinin en alışılmadık yanını gösteriyor. Bir nevi kültürel olanın ayrılmaz parçası olarak nitelendirilebilecek “birileriyle buluşma” hali, “hazır tüketim”e odaklı bağı kestirilemez sonuçlar doğursa da Speak No Evil, herkes için eşit, gerçek formları korumaya özen gösteriyor.

Kötülük Çiçeklerini Daha Önce Tatmıştın

Nahoş atmosferin adeta evi haline gelmiş olan Speak No Evil, herkes içinde konuşulmayan konuları, paylaşılmayan anları su yüzüne çıkarmada fırçasını sert bir şekilde kullanıyor. Hem dışsal hem de içsel izole edilmenin hallerini sergilerken soğukluğun vazgeçilmez bir güvensizlik sahası olduğunu vurguluyor. Hikâyesindeki sertlik seviyesini, en az kişisel bir melankoli buhranı kadar derin tutmayı başarıyor. Bu da filmin psikolojik – gerilim türündeki seviyesini ikiye üçe katlıyor. Dar yapılı mekânlar içindeki soğuk bunalım haliyle Michael Haneke’nin ilk filmlerinin yapısındaki dinamiği anımsatan Speak No Evil’ın sorguladığı en temel sorunsal, bireysel istenç olurken ortaya çıkardığı sonuçları ise kendi idea evrenine kabul etmiyor. Öte yandan elde bıraktığı sonuç da tam olarak bireysel istencin dışavurumu. Bu bakımdan filmin akışı daima özgürlükçü bir bakış açısı ile ilerliyor.

Fedja van Huêt & Morten Burian

Gerçekleştirilen her eylemde, eylem sahibinin imzasının taşındığı düşünülünce Patrick ve Karin’in Bjørn ve Louise üzerinde uyguladığı, hissedilmeye açık olmayan baskı biçimi bireysel istencin bir anlamda dışavurumu olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan film boyunca Patrick’in bu mesajı taşıması ve yer yer de ifade etme hali David Moreau ve Xavier Palud’ün Ils (2006) filmini anımsatıyor. Bir anlamda “tuhaf” olarak adlandırılabilecek bu özgürlük arayışındaki tutum, minimalist gerilim kuşağını da besleyen bir tarafa sahip. Nitekim gerilimin mizah dozunu oldukça iyi bir şekilde ayarlayan Christian Tafdrup, nezaket kavramı ile toplumsal kültürel normlar arasına zıtlıklar yerleştirerek insanlar arasına ansızın bıraktığı müziğin sesini sonuna değin açıyor ve akıllarda sadece tek bir soru kalıyor, “Aramıza bariyerler çeken bu müzik ne kadar yüksek olmalı?”.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın