Bu yıl 52.’si düzenlenen Uluslararası Rotterdam Film Festivali IFFR’de izlediğimiz ilk filmlerden biriydi Superposition (2023). Danimarkalı yönetmen Karoline Lyngbye’in senaryo ve yönetim alanlarındaki ilk deneyimi olma özelliğini taşıyan film, bilimkurgu ile dram arasında gidip gelen ikili yapısıyla öne çıkıyor. Oyuncu kadrosu sadece Marie Bach Hansen (Stine), Mikkel Boe Folsgaard (Teit) ile Mihlo Olsen’den (Nemo) oluşan yapımın adını dilimize çevirirsek “Örtüşme” veya “Çakışma” gibi karşılıklar ortaya çıkmakta, kısacası semantik olarak iki nesnenin üst üste bindirilmesi söz konusu. Rotterdam’da filmin Dünya Prömiyeri’ne katılma şansını elde ettiğimiz ve film henüz başka hiçbir yerde gösterimde olmadığı için, yapımın konusundan kısaca bahsedelim. Stine (anne), Teit (baba) ve Nemo’dan (çocuk) oluşan aile şehir hayatından uzaklaşmak ve birlikteliklerindeki pürüzleri doğaya karışarak gidermek için ormanlık alanda, neredeyse hiçliğin ortasında büyükçe bir kulübe tutarlar. Stine romanını yazmakta, Teit ise buradaki deneyimlerini podcast formatında kaydedip her hafta şehre postalamaktadır. Kısa süre sonra aynı bölgede, kendilerine çok benzeyen ikinci bir ailenin varlığından şüphelendiklerinde, herşey değişecektir.

Bir ilk film olmasına karşın Superposition’ın film duyumu ve yapım kalitesi oldukça iyi bir noktada, özellikle 90 derece yatık kamera kullanımıyla dikkat çeken açılış sekansı, kesinlikle çok şey vaat ediyor, ne yazık ki bu vaadin karşılığını, en azından ben, filmin bütününde bulamadım. Nedenlerine gösterim sonunda yönetmen Lyngbye ile oyuncu Hansen’in katıldığı soru cevap bölümünden de alıntılar yaparak biraz ileride değineceğim. Sanatla ilgili birçok konuda olduğu gibi sinemada da öznel bakış açısının önüne geçmenin zor olduğunu saklamaya gerek yok, dolayısıyla ismi “Superposition” olan ve neredeyse ilk yarının tamamında metafizik göndermeler içeren bir yapımın, kişisel olarak bilimkurgu ağırlıklı olmasını, bilimsel merak uyandıracak sorulara cevap aramasını bekledim. Yönetmen böyle bir ilerleyişi tercih etmemiş. Bilimkurgu filmin amaçlarından biri olarak değil, sadece ilişki konusunu deşmek için bir araç olarak kullanılmış; o halde başka herhangi bir şey de pekala kullanılabilirdi.

Bu noktada kesinlikle 2014’te Charlie McDowell yönetmenliğinde çekilen, başrollerinde Elisabeth Moss ile Mark Duplass’in yer aldığı The One I Love filminden bahsetmek gerek, hatta bu bir zorunluluk. İki film birbirine hikaye temelinde o kadar benziyor ki The One I Love’ın senaryosunu yazan Justin Lader, Superposition’ı izlerken “bu benim fikrimdi!” bile diyebilir. 2014 tarihli filmde de hem bilimkurgu türü hem de ilişkiler konusu hedeflenmişti ancak filmin adı bile beklentileri hayli değiştiriyor, en azından ilişkilere daha çok yoğunlaşacağının işareti veriliyor. İronik olan ise, The One I Love bilimsel yakada da bir şeyler söylüyor, vaat etmemesine karşın. Kısacası Superposition bir bilimkurgu filmi olarak başlıyor, izleyiciyi merak içinde bırakıyor, ardından ikinci yarıda, tamamen evlilik veya aşk ilişkisinin yapısına, değişkenlerine, bireylerden neler beklediğine vs. odaklanıyor ve sonunda da izleyicinin sormasını sağladığı, hatta bizzat Stine ile Teit karakterlerine sordurttuğu soruların hiçbirine cevap vermeden, kapanış jeneriğine geçiş yapıyor. Son yıllarda bu tür “bilimkurgu” yapımlarının sayısındaki artış da kendi içinde bir araştırma konusu. Adeta Morpheus’un Neo’ya “mavi ya da kırmızı hap” konuşmasını yaptıktan sonra ekranda “Yöneten: Wachowski Kardeşler” yazısının çıkması gibi, müthiş(!) kapanışlar.

Bilimkurgu Türünün Tanımlanması Sorunu
İster edebiyatta ister sinemada olsun, türler konusu hep tartışılagelmiştir; sanatsal üretimleri “tür” veya “kategori” kisvesi altında sınırlandırmak ne kadar doğru, bir eser aynı zamanda birkaç türe birden ait olamaz mı, belli bir kategoriye dahil edilen eserin o kategorinin tüm gereklerini yerine getirmesi şart mı gibi birçok yerinde soru halen tam olarak cevaplanmış değil. Cevaplanması gerekmiyor belki de, ben de kategorileştirmeyi çok doğru bulmuyorum. Ne var ki tür sınırlaması içinde görmesek bile, bilimkurgu teması etrafında gelişmeye başlayan filmlerin bir sorumluluğu doğuyor, o da kendi sorduğu soruları cevaplamak ya da en azından bazı cevapları ima etmek. Komedi veya dramda, hatta korku türünde bile cevap sağlamak zorunda değildir yönetmen veya senarist. Seyirci olarak Michael Myers’ın neden öldürdüğünü bilmemiz gerekmez örneğin, merak bile etmeyiz pek. Ancak aynı bir polisiye filmde katilin açıklanması gerektiği gibi, bilimkurgu türüne selam eden bir film söz konusu ise, yine seyirci olarak bazı cevapları hak ettiğimiz kanaatindeyim.

Franklin J. Schaffner’ın 1968 yapımı Maymunlar Cehennemi, harika ve çarpıcı bir cevapla son bulur, Matrix hayata baştan aşağı yeni bir bakış getirebilecek denli ayrıntılı açıklamalar içerir, John Carpenter 1988 tarihli kült klasiği They Live’de yine açıklamalarını esirgemez bizden, veya 2005 yapımı War of the Worlds’de Spielberg uzaylılara ne olduğunu yine açık eder. Uzun lafın kısası sorduğunuz soruları cevaplamak (doğru veya yanlış) veya bazı cevapları ima etmek, yönetmen koltuğunda oturduğunuz filmi daha tutarlı kılıyor, dahası filmi kendi içinde bir dünya yaratma gücüne kavuşturuyor. Öte yandan yönetmen ve senaristler bilimkurgu temelli bir fikirle ortaya çıkıp ardından hiçbir açıklama getirme zahmetine girmeyince, ortaya çıkan yapımın bilimkurgu dışındaki herhangi bir filmden hiçbir farkı kalmıyor neredeyse. Superposition da buna ne yazık ki iyi bir örnek. Üstelik yukarıda bahsettiğim gibi, gösterimin sonunda yönetmenin ve Hansen’in katıldığı soru-cevap, bu “cevapsızlık” halini çok daha net ortaya koydu.

Yönetmen Lyngbye ile Soru-Cevap
Filmin Rotterdam’daki Dünya Prömiyeri ardından yönetmenle yapılan soru-cevap seansında hem etkinliği yürüten moderatör hem de seyircilerden bazıları, doğal olarak şu soruyu sordular: “Neymiş o halde tüm bu örtüşmenin sebebi?” Bu soruyu sormalarının sebebi çok basit, çünkü film hiçbir cevap sunmuyor. Yönetmen Lyngbye gülerek “hiçbir fikrim yok” dedi. Seyircilerin soruları bu sefer şekil değiştirdi; “sizce ne olmuş olabilir, siz senaryoyu yazarken ne düşündünüz?”. Bu soruya da Lyngbye aynı şekilde, “hiç düşünmedim” deyiverdi. Bu cevapları kendimce yargılarken tekrar belirtmek isterim ki belki de birçok sinemasever bu cevapları meşru ve mantıklı buluyordur, ben sadece öznel fikrimi paylaşıyorum. Nedense bir filmin başında “gizemli bir şekilde Dünya’nın her yerinde insanlar tek tek ölmeye başlamıştır” benzeri bir bilgi verilip de anlatının iskeleti bunun üzerine kurulunca, filmden cevap vermesini bekliyorum, soruyu havada bırakmasını değil. Zira ikincisi, marifet de değil.

Moderatörün bir diğer sorusu da “senaryoyu yazarken aklınızda bilimkurgu etrafında dönen bir ilişki filmi mi, yoksa ilişki teması dolaylarında gezinen bir bilimkurgu filmi mi vardı?”. Güzel soru. Ne yazık ki buna da net bir cevap alamadık, Lyngbye yuvarlak bir cevap vermeyi seçti ve hem sohbet sırasındaki genel tutumundan, hem de filmin ana yapısından anladığım kadarıyla, kendisi Superposition’ı bir ilişki filmi olarak tasarlamış. Zira film, evlilik ilişkileri bağlamında birçok soruya pekala cevap veriyor, demek ki “soruyu havada bırakmak” her iki alana da uygulanan bir yöntem değil. Sadece söz konusu örtüşmenin neden kaynaklandığı, neden tam o bölgede ortaya çıktığı vs. gibi sorular cevapsız bırakılmış. Cevap derken astrofizikçilerin veya kuantum fizikçilerinin yüksek yetkinlikteki cevaplarından bahsetmiyorum elbette, basit bir ima da yeterli olurdu.

Sonuç olarak iyi bir bilimkurgu damarı yakalamış ve onu başlangıçta doyurucu bir görsellikle desteklemiş olsa da, bilimkurgu olarak anılamayacak bir yapım Superposition. Daha çok ilişkiler, evliliklerin zamanla imtihanı, partnerlerin birbirlerinden sıkılması gibi hayli beylik sorunlar üzerinden ilerleyerek bir ilişki filmi yapısını gittikçe sağlamlaştırıyor. Elbette filmin evlilik komedisi ayağı sizi oldukça eğlendirebilir, oyunculuklar da kesinlikle çok iyi kotarılmış, çekim açıları (kamera cambazlıkları) ve yapım kalitesi de göz dolduruyor. Bir bilimkurgu beklentisiyle gitmezseniz hayal kırıklığına uğramayacağınız bir yapım söz konusu. Film kendi ülkesi Danimarka’da 23 Mart 2023’te gösterime girecek, ülkemizdeki festivallerde yer alıp almayacağını zamanla göreceğiz. Bol filmli günler.
