Prömiyerini geçtiğimiz sene Cannes Film Festivali’nde yapan Memoria (2021), başrollerinde Tilda Swinton, Elkin Díaz, Jeanne Balibar, Juan Pablo Urrego, and Daniel Giménez Cacho gibi isimleri gördüğümüz bir Apichatpong Weerasethakul filmi. Film ayrıca Taylandlı yönetmen Weerasethakul’un Tayland dışında çektiği ilk film olma özelliğine de sahip. Weerasethakul daha önceki Cannes film festivallerinde Altın Palmiye, Jüri Ödülü ve Belirli Bir Bakış gibi ödüller kazanmış. Alışılmadık hikâye anlatım biçimleri kullanmasıyla bilinen yönetmen, Memoria filmiyle de yine Jüri Ödülü’nü aldı. Weerasethakul’un sıradışı anlatımını bu filmde birçok şu şekilde görmek mümkün, örnek olarak ana karakteri takip etmekte olan kameranın, karakter kadrajdan çıksa dahi orada asılı kalmaya devam etmesi ve negatif alanı bize göstermekten çekinmiyor olması verilebilir. Bu tarza “alışılmadık” dememizin sebebiyse ana akım sinemada böyle “boş” yani insansız bir kadrajın kesinlikle kullanılmayacak olması. Ancak hayatın kendisinde, tıpkı bu filmde olduğu gibi boş kadrajlara da yer var. Yönetmen buna ek olarak sık sık uzun çekimlere başvurmuş. Sürekli bizi bir şeylerin gerçekleşmesini beklemeye iten yapımların aksine Memoria’nın dokunuşu, huzurlu bir yolculuğa çıkmak gibi.

Memoria ile ilgili bir diğer mühim nokta ise hem pek çok ülkenin ortaklığıyla ortaya çıkmış olması, hem de filmin sinema sinema gezerek farklı dönemlerde farklı yerlerde oynaması. Yani film, belirli bir anda yalnızca tek bir seyirci grubu için oynuyor. Bu da filmi tıpkı bir performansın birebir aynı şekilde tekrarlanamaması gibi canlı bir performans rolüne sokuyor ve onu özel, tekrar edilemez kılıyor. Burada “canlı” kelimesi üzerine özellikle vurgu yapmak gerek zira film yaşamakta olan bir film ve kendi içerisinde büyüyüp gelişiyor. İzleyicisinin ruhsal durumunu da bir ayna işlevi gören post modern heykeller gibi yansıtan filmi tekrar izlediğimizde, bir önceki izleyişimizde hissettiklerimizden farklı şeyleri hissedeceğimizden neredeyse eminiz. Filmde, bugüne kadar sayamayacağımız kadar çok filmde oynamış olan Tilda Swinton başrolde yer alıyor. Kendisinin tek kişilik dev performanslarına aşinayız ve Swinton, Memoria’da yine benzer bir rol üstleniyor. Kendisi oynadığı filmler için yeni diller öğrenmekten çekinmeyen bir oyuncu, bu filmde de İspanyolca konuştuğunu görüyoruz.

Yaşadığın Gerçeklik Kimin?
Filmin olay örgüsüne gelirsek -ki filmdeki “olay”ların çerçevesinin oldukça silik olduğu düşünülürse “olay örgüsü” çok da doğru bir tabir değil- Tilda Swinton, Medellín’de (Kolombiya) orkide yetiştiriciliği yapan Jessica adında İskoç bir kadını canlandırıyor. Kendisi Kolombiya’nın başkenti Bogotá’ya, hastaneye yatırılan kız kardeşi sebebiyle gelmek durumunda kalıyor. Sürekli olarak patlamaya benzer bir ses duyan, bunun nereden geldiğini anlayamayan ve bu sebepten ötürü uyuyamayan Jessica, zamanla akıl sağlığını kaybetmekte olduğunu düşünmeye başlıyor. Zira bu sesi ondan başkası duymuyor ve gerçeklik algısı, zaman, mekân ve insanlar sürekli olarak elinden sabun gibi kayıp düşüyor. Filmin bundan sonrasında olanları ise belirgin bir şekilde ifade etmek pek de mümkün değil, öte yandan filmin böyle bir gayesi de yok.

Filmdeki bir başka belirgin tema ise gizem: Jessica’nın kardeşi Karen (Agnes Brekke) gizemli ve ne olduğu söylenmeyen bir hastalıktan muzdarip hastanede yatarken yine aynı şekilde gizemli bir şekilde taburcu ediliyor ve Karen, eşi ve Jessica ile birlikte yemek yerken restoranın ortasında bir anda gizemli hastalığının, üzerinde çalışma yapmak istedikleri toplulukla ilgili bir lanetin sonucu olup olmadığını sorguluyor. Hayatın gerçeküstü gizemlerini böyle gündelik bir yemek masası sahnesiyle harmanlayan yönetmen, en olasılık dışı olanla en gündelik olan arasında bir harmoni yaratıyor. Ayrıca Jessica’nın yemek esnasındayken duyduğu seslerle yerinden zıplayacak kadar tedirgin olması, lâkin bunu hiç kimse fark etmeden en derinlere gömmeye çalışması insanı oldukça huzursuz ediyor. Kendi zihninin kurbanı olup etrafındaki hayattan korkan insanların da bilebileceği üzere, dışarıdaki herşey normalken kimsenin duymadığı “patlamaları” yalnızca kendisinin duyuyor olması Jessica’yı rahatlatmıyor. Aksine onu içinde bulunduğu ortamdan dışlıyor ve adeta havada asılı halde bırakıyor.

Memoria’nın tarzı ve Jessica’dan başka kimsenin duyamadığı gürültü olgusu, insanı huzursuz edici ve uykulardan uyandırıcılığıyla ünlü Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin Caché’sine (Saklı, 2005) benziyor. Zira Caché’de nasıl kahramanlar geçmişlerine gömebildiklerini sandıkları suçluluk duygularıyla yüzleşmek zorunda kalıyor ve bu durum evlerine gönderilen ama aslında var olmayan video kasetler şeklinde tezahür ediyorsa -bir benzerini David Lynch’in Lost Highway’inde de (Kayıp Otoban, 1997) gördük- Memoria’da da yalnızca Jessica’nın yaşayıp bildiği bir şey onu sakince sürdürmeye çalıştığı hayatında rahatsız ediyor diye düşünmek mümkün. Tabii Caché’de veya Lost Highway’de bu suçluluğa neyin sebep olduğunu filmin sonunda öğrenme fırsatını yakalamıştık ancak Memoria’da böyle bir durum söz konusu değil. Zaten yönetmenin Memoria’da, az önce sözü edilen iki filmde bahsedildiği gibi Jacques Lacan ve onun İmgesel, Sembolik ve Gerçek’ten oluşan üçlü düzeninden söz ettiğine dair net bir şey yok. Ancak yine de yarattığı çağrışım oldukça güçlü.

İnsanlığın Kolektif Hafızası
Jessica’nın filmde özellikle çok eski zamanlardan kalma kemiklerle ilgilenen antropologlarla konuşması bizce tesadüf değil. Bu kemiklerin hepsi birbirinden farklı hikâyeler anlatıyor ve hepsi tamamen kendine has özelliklere sahip. Filmin özellikle birey olmaya, kolektif hafızanın gelişimine ve insanlığa değindiği düşünülürse antropologları görmemiz oldukça makul. Filmde bu insanlık temasına ek olarak gergin bir “gerçeklik” sorgusu da mevcut: Jessica’nın kendi gerçekliği sürekli olarak sorgulanıyor ve Jessica bu sorgulardan hep gerçeklikten biraz daha uzakta ayrılıyor. Jessica’nın konuştuğu ve duyduğu gümbürtüyü tarif ettiği Hernán Bedoya’yı (Juan Pablo Urrego) Jessica’dan başkasının kayıt stüdyosunda görmediğini öğreniyoruz ve Jessica, Hernán’ı görüp görmediklerini sorduğu kişilerden ret cevabını aldığında bizim de yaşadığımız sarsıntı takdire şayan.

Film spesifik bir yere varmadığı gibi böyle bir amacı da yok. Pek çok kişinin de tasvir ettiği gibi, Memoria adeta bir meditasyon işlevi görüyor. Yer yer rahatsız ve huzursuz edici, yer yer fazlasıyla sakin ve akıntıda… Tıpkı meditasyonda olduğu gibi, herkesin filmle beraber çıktığı yolculuk farklı ve tamamen kişiye özel. Bu meditatif süreç pek çok izleyici için bunaltıcı veya sıkıcı olmuş olabilir, lâkin pek çok izleyici için de akıp giden, sürükleyici bir serüven olmuş. Filmin meditatif özelliğinden söz etmişken, onun DVD’lerde yerini almayacağını söylemek pek çok kişiyi şaşırtmaz diye düşünüyoruz zira daha önce de sözünü ettiğimiz üzere, bu bir “hissetme” ve “deneyimleme” filmi.

Tam da bu yüzden filmin fiziksel kopyaları mevcut olmayacak. Tabii günümüzde her filmi neredeyse her türlü platformda bulmak mümkün. Yönetmenin muhtemelen bunun için yapabileceği bir şey yok ancak filmin dağıtımına dair alınan bu gibi kararlarla filmin izleyiciler için ne anlam ifade etmesi gerektiği net bir biçimde aktarılmış diye düşünüyoruz. Söyleyeceklerimiz aşağı yukarı tamamlandığına göre yazımızı Elkin Diaz tarafından canlandırılan diğer Hernán’ın Jessica’ya söyledikleriyle bitirelim: O hiç televizyon veya film izlememiş, dergi okumamış, telefon almamış ve köyünü asla terk etmemiş. Çünkü başına gelen her şeyi hatırlıyor ve bunları kaybetmemek uğruna zihnine hatıralarından başka hiçbir şeyi almamaya hazır.

Emekli olmama az kaldığı için yeni hobiler edinmek adına biraz araştırma yaparken sitenize rastladım. Oldukça detaylı çalışmalarınız var. Bundan sonra sitenizi takip edeceğim. Elinize sağlık…
Çok teşekkürler Levent Bey, iyi ki varsınız. Selamlar, saygılar.