DARK GLASSES: Giallo’nun Gözyaşları

Dario Argento filmografisinde son koltukta yerini alan 2022 yapımı Dark Glasses (Occhiali neri), bu yıl 41. İstanbul Film Festivali’nin dikkat çeken filmleri arasındaydı. Yönetmenin özellikle The Bird with the Crystal Plumage (1970), Deep Red (1975), Suspiria (1977), Inferno (1980), Phenomena (1985) ve Opera (1987) gibi kült filmlerinin yanında oldukça sönük kalan Dark Glasses, kesinlikle bir Argento klasiğini yansıtmıyor, belki onu teğet geçmeye çalışıyor denebilir. Yönetmenin Mother of Tears (2007) ve Giallo (2009) filmlerine oranla dinamiği daha elle tutulabilir olan yapım giallo türünün hızını yakalayabilme adına, bir nevi kendi hızının ritminde kayboluyor. Geçtiğimiz Berlin Uluslararası Film Festivali’nin (Berlinale) Special Gala bölümünde gösterilen Dark Glasses, besteci Arnaud Rebotini’nin baskın synthesizer’ı üzerinden bildiğimiz efsanevi Argento’yu hatırlatmaya gayret gösteriyor. İçerik olarak film, yönetmenin önceki filmlerinden birçok iz taşıyor, bu anlamda izleyende “yeni” denilebilecek herhangi bir yansıma bırakmıyor. Filmin kompozisyonunda bir nevi ışık görevini üstlenen müzik kullanımı anlatımda neoklasik bir yapı sergilerken John Carpenter’a da selam ediyor. 

Ilenia Pastorelli

Modern Olanın Estetiksizliği 

Dario Argento, özgün sinemasına katmış olduğu kendi tarzındaki estetik anlayışını günümüz sinema anlayışına uyarlamaya çalışınca ortaya beklenilen tarzda estetik bir çalışmanın çıktığı söylenemez. Özellikle korkunun dışavurumunda kendine has kullanmış olduğu üslup özellikleri Argento’nun sırtını en çok rastladığı nokta olunca, bu tekniklerin günümüz kamera dilinde hayli sırıttığını söyleyebiliriz. Üslup konusu yönetmenin sinemasında oldukça geniş bir yer kaplarken diğer yandan yönetmenin sinematografisi boyunca kendini tekrar eden motifler, Argento’nun eşi benzeri olmayan yaratıcılığını her zaman konuşturmasına yardımcı olur. Ne var ki Dark Glasses filminde bu unsurların yenilikçi bir şekilde çağdaşlaştırılma girişimi, daha önce alışmış olduğumuz Argento sinema anlayışını sarsar nitelikte. Yine de “Güneş tutulması” eylemi ardına gizlenmiş olan “tedirginlik” verici kompozisyon akışı ellerimizden olmasa da parmaklarımızın ucundan bizi çekebiliyor. Yönetmenin önceki filmlerine dayalı yaptığı birçok gönderme eksiksiz ve hatasız bir şekilde Dark Glasses evrenine katılıyor. Buna rağmen filmin özellikleri onu Çağdaş Gerilim Sineması’nda fark edilebilir bir alana çekmiyor.  

Andrea Zhang & Ilenia Pastorelli

Fetişleştirilmiş Cinayetler

Dark Glasses, yönetmenin önceki filmlerinde cinayetlere dair hangi karakteristik özellikler mevcutsa onları yine fetişleştirilmiş bir şekilde sunuyor. Argento’nun önceki filmlerinde de senaryo yazımında yer alan Franco Ferrini, Dark Glasses filminde de yönetmeni yalnız bırakmamış. Bu anlamda film, içerik olarak kompozisyonunda klasik anlatımını yakalar nitelikte olsa da, görsel düzlemde sahneler ne kadar belirginleşip, törpülenip parlaklık kazanırsa o denli klasik görsel anlatımını kaybediyor. Anlatımda yer alan kazaların gizemli bir şekilde birbiriyle bağlantılı olma hali temelde filme belli bir devinim kazandırıyor. Arnaud Rebotini’nin müziği bu bağlamda filmin genel ritmini rahatlıkla yakalıyor. Öte yandan sürekli olarak hareket halinde olan bir aracın peşinde olmak filmin müzikleri eşliğinde kendinizi bir araba yarışı oyununun içinde de hissettirebilir. Diana rolünü üstlenen Ilenia Pastorelli, “körlük” sembolüyle fark edilebilir tonda birbirinden uzaklaşan konsantrasyonlar yaratıyor. Ona eşlik eden Asia Argento ise Rita rolünde Argento evreninde taklit edilemez bir aura bırakıyor. Cinayetlerin sahnelenmesi ve filmde buna bağlı olarak kullanılan set tasarımı filmin başlangıcından itibaren göz doldurmaya çalışıyor. Özellikle kör olma durumu, köpek kullanımı, kablo ile boğazlama dışavurumları düşünülünce Dark Glasses’da ciddi anlamda klasik Argento’yu biçim olarak yakalayabiliriz ancak ruh olarak aynı seviyeye erişebileceğimiz söylenemez. 

Asia Argento

Kanlı Çığlıklar Pazarı

Argento’nun evreninde olaylar ne kadar kanlı bir estetiğe bürünürse o denli kıyamet masalının içine doğru yüzmüş oluyoruz. Görsel düzlemde karanlığın kendisine yaklaştıkça Diana karakteri aracılığıyla karanlığın hiç tadılmamış olan bir sonraki evresine geçiyoruz. Temposu bu anlamda ortalama kalan Dark Glasses, körlük üzerinden gerçeklikle arasına duvar örmüyor, onun yerine güneş gözlükleri aracılığıyla gerçekliğin geçiciliğini vurguluyor. Filmde alışıldık anlamda slasher teması bulunmamakla beraber, belki türün teğet geçişine tanıklık edebilirsiniz. Chin (Andrea Zhang) karakteriyle görme eyleminin pratik sonucu vurgulanırken ortamı aydınlatanın görmeme eyleminde yattığını gözlemleriz. Suspiria’da (1977) Daniel (Flavio Bucci) karakterinde olduğu gibi Diana karakterinde de görme yeteneğinin kullanımı “çaresiz” kalınmış durumların limanı gibi kullanılır. 

Ilenia Pastorelli & Asia Argento

Ayrıca Dark Glasses’daki  köpeğin işlevi doğrudan Daniel’ın köpeğinin işleviyle aynıdır; göstergesel biçimi, kullanımı, dışavurumu Suspiria’yı anımsatan türdendir. Bir otel odasından diğerine farklı karakterler aracılığıyla geçişler yapmak filmde izleyiciyi doğrudan “turist” koltuğuna yerleştirirken bu kullanımın hikâyenin takibini bir nebze zorlaştırdığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan bakacak olursak bu üslubun klasik bir Argento kurgu biçimi olduğunu da söylemek mümkün ancak meydana gelen söz konusu olaylarda kullanılan müziğin bazen gerek ritim gerekse atmosfer olarak olaylardan kopuk oluşu bizi turist olmaya daha çok iten bir durum yaratıyor. Bu anlamda Arnaud Rebotini’nin müziklerinin Dark Glasses filminde seyirci için tasarlanmış özel bir gözlük olduğunu söyleyebiliriz. 

Ilenia Pastorelli

Mekânların Tuzak Olarak Kullanımı

Tam bir mekâna alıştığımız anda onun bir sonraki mekânla yer değiştirmesi Argento’nun kompozisyon boyunca kendine zaman kazandırdığı en önemli dışavurumlardan biri. Bu şekilde sürekli olarak hareket halinde olan filmin yapısı, belli bir noktada aksiyonu da peşinde getiriyor. Bu aksiyon biçimi düzensiz müzik kullanımı ile de birleşince ucuz gerilim filmlerine ister istemez selam etmiş oluyoruz. Senaryoda tekinsizleştirilen sadece karakterlerin kendisi olunca en güvendiğimiz mekânlar filmin kompozisyonunda dengeyi sağlamaya çalışıyor. Film, senaryo ilerledikçe başlangıçta bizi karşılayan Güneş’in varlığından hızlıca çekip koparıyor. İçeride olduğumuzu düşündüğümüz her an dışarıda olma ihtimalimiz daha da artıyor. Olaylardaki nedensellik ilkelerini her filminde yerle bir eden Argento, Dark Glasses’da da aynı duruşunu korumuş.  

Bu durum bizi olayların içine en başından değil tam olarak ortasından dahil oluyormuşuz gibi hissettiriyor. Nedenselliğin belirsizliği ise aksiyonun ritminde dengesizlik delikleri açıyor. Argento’nun yaratmış olduğu karakterler arasında film boyunca güvenilebilecek birini bulmak filmin sonuna değin oldukça güç. Bu noktada bir şekilde yarılanan yolun devamı doğanın yardımıyla genişletilebilir bir alana varıyor. Mecazi olarak doğanın filmdeki yeri hemen açılış sahnesinde karşımıza çıkıyor. Bunun yanı sıra Dark Glasses’da ön plana çıkan karakterlerin çoğunlukla toplumun geneli tarafından dışlananlar olduğu düşünülürse, bir bakıma güvenli zeminin mevcut konumdan bu denli uzaklaşması makul gözüküyor. Karakterler arası ilişkilerin kopukluğu ve ritim yoksunu aksiyon yapısıyla karakter odaklı olmadan, daha çok mekânların sağladığı hareketliliğe bağlı kalan Dark Glasses, Argento sinemasının kemiğini oluşturan filmler kategorisinin hayli dışında kalan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. 

Burcu Meltem Tohum

İlgili okumalar:

Bir Cevap Yazın